– Bir Batu ANADOLU –
Avrupa Kupaları aşkına yıllık ön eleme mesaimizi yaptığımız bugünlerde futbolumuzdaki kalıcı hastalıkları tekrar yaşıyoruz. Bu rahatsızlıklardan biri de kendi sahasında şevkle mücadele eden takımlarımızın Edirne’nin öte tarafında kaçak güreşmeleri.
“Yapma Hayrettin”, “Etme Gegiç”, “Eyleme Petronoviç”… Radyo ve televizyonlardan kulaklarımıza taşınan bu acı hatıraları, her Avrupa maçından önce hatırlarız. Milliyetçi duyguların da etkisiyle esip gürlediğimiz bu maçlar, onlarca yıl önce Türkiye’nin dışa kapalı bir ülke olması nedeniyle daha fazla önem yüklenen “savaş provalarıydı”. Topraklarımıza gelen takımları, onlar bizi tanıyıp anlayana kadar evlerine boynu bükük göndermeye alışmıştık! Ama “Türk gibi başla, Alman gibi bitir” sözünü hatırlatırcasına sonunu getiremediğimiz eşleşmeler, Viyana kapılarında sona ererdi. Gelin sonunu getiremediğimiz bu tuhaf maçların arasında bir yolculuğa çıkalım…
İzmir’de Denize Döktük Ama…
Nasıl futbol yüzyıldan uzun bir süre önce ülkemize İzmir Limanı’ndan giriş yaptıysa, Avrupa Kupaları’ndaki ilk hezimetlerimize de İzmir takımları öncülük etmiştir. 1965-66 sezonunda Fuar Şehirleri Kupası’nda dönemin güçlü alman ekibi 1860 Münih ile karşılaşan Göztepe ilk maçı Cengiz Karakayalı ve Ertan Adatepe’nin golleriyle 2-1 kazanır. Efsane hoca Adnan Süvari maçtan sonra kendilerini küçümseyen Alman takımı için “Büyük konuşan Almanlar bu maçtan sonra topun yuvarlaklığına inanabilirler” dese de Almanlar Münih’te gerçekten büyük konuşurlar. Ağlarımıza giden dokuz golün üzüntüsü, üç yıl önce Altay’ın Roma’ya karşı aldığı 10-1’lik yenilginin acısından farksızdır. Diğer bir İzmir ekibi Altay, 1968-69 sezonunun Kupa Galipleri Kupası ilk turunda Norveç’in Lyn takımını ilk maçta 3-1 mağlup etse de Oslo’da klasik tabirle donar. 89. dakikada Berg’in golüyle maçı 4-1 kazanan Norveç ekibi, İzmir’de denize döküp Avrupa’da dereyi geçemediğimiz takımlardan sadece bir tanesidir.
İstanbul-Anadolu El Ele
1970’li yıllarda Anadolu takımlarının rövanş facialarına İstanbul’un beyzadelerinin yaşadığı şoklar da eklenir. 1970-71 sezonu Fuar Şehirleri Kupası’nda ilk turda Sevilla’yı eleyen Eskişehirspor’un rakibi Twente’dir. İlk maçı 3-2 kazanan Es-Es’in teknik direktörü Abdullah Gegiç, Twente’yi kapalı kutu olarak niteler ve “ikinci maçta beraberlik için oynayacağız” der. Hedeflenen beraberlik sadece ilk bir dakika korunabilir. Perdeyi açan Jan Jeuring, iki gol daha atacak ve maç, 6-1 Twente üstünlüğüyle sonuçlanacaktır. Bir bakıma Gegiç için Pandora’nın kutusu açılmıştır.
1974-75 sezonunda ise Beşiktaş, UEFA Kupası’nda eşine az rastlanır bir işi başarır. Romanya’nın Steagul Rosu Braşov takımını ilk maçta iki golle geçen Kara Kartallar, rövanşta son dört dakikaya kadar golsüz eşitliği korurlar. Fakat 86’da gelen gol dengemizi bozar. Sanlı Sarıalioğlu’nun golden sonra topu koşarak santraya taşımasıyla rakip hemen ikinci golü bulur. Santraya taşınan son topun da ağlarımıza gitmesiyle Braşov turu atlayan taraf olur. Beşiktaş taraftarının uzun süre çektiği Avrupa travmasının başlangıcı sayılan bu turun sonrasında Braşov, Hamburg’a 8-0 yenilecektir. O hikayeyi Romen meslektaşlarımıza bırakalım!
1976-77 sezonu Fenerbahçe ve Trabzonspor için sıkıntılı başlar. Fenerbahçe, iki yıl önce Trabzonspor’u Avrupa’nın dışına iten Videoton’u İstanbul’da geçer ama rövanşta dört gole engel olamaz. Ligimizde Anadolu ihtilalini gerçekleştiren Trabzonspor ise dünya devi Liverpool’u konuk eder. Daily Telegraph’a göre “Avrupalılara garip garip bakan” bu şehrin bordo mavili futbolcuları, Dozer Cemil’in golüyle ilk maçı kazanır. Rövanşta ilk 18 dakikada gelen üç gol, turun Anfield’da bırakılmasına neden olur.
1978-79 Şampiyon Kulüpler Kupası ilk turunda Fenerbahçe, Eeskişehirspor’a taş çıkartacak bir performansa imza atar. Önceki yılın UEFA Kupası şampiyonu PSV’yi ilk maçta 2-1 mağlup etseler de rövanşı 6-1 kaybederler. Johan Cruyff’un ezeli düşmanı Will van der Kuijlen’in dört golü, sarı lacivertlilerin turistik seyahatini sonlandırır.
Taşra Sıkıntısı
1979-80 sezonunda ülkemizi UEFA Kupası’nda temsil eden Orduspor, Çek ekibi Banik Ostrava ile eşleşir. Ordu’da kazanılan 2-0’lık zafer umutları artırsa da mor beyazlıların rövanş maçındaki rakibi Ostrava değil, bürokrasi olur. Belki taşrada olduğu için devletin gözünden de gönlünden de ırak kalan Orduspor kafilesi, iki gün uçak bekler ve sonrasında İstanbul – Brüksel –Belgrad- Zagreb üzerinden otobüsle Prag’a geçer. 22 saatlik yolculuğun bedeli 6-0’lık mağlubiyetle ödenirken çocuklarına iyi bakamayan devlet de birkaç ay sonra darbe gerçeğiyle tekrar karşılaşır.
Bir Darbe Geldi Başıma…
12 Eylül 1980 darbesi sonrası kirli eller Türk futboluna şekil vermeye çalışırken, takımlarımız Avrupa yollarında kaybolmaya devam ederler. “Bize her yer Trabzon” sloganını benimseyen Trabzonspor, o yıllarda her yerin Trabzon olamadığı gerçeğiyle karşılaşır. 1980’de Polonya ekibi GKS Bytom, 1984’te ise Dnipro, Türkiye şampiyonu ekibimizi tanrı misafiri olarak karşılamazlar. İlk maçlar kazanılsa da rövanşlar 3-0 ile sona erer. 1990’da ise Kupa Galipleri Kupası’nda Barcelona ile eşleşen bordo mavililer, Hamdi Aslan’ın karambolden attığı golle ilk maçı 1-0 kazanırlar ama rövanş tek kelimeyle “kaos”tur. Özkan Sümer’in “kabus” ofsayt taktiği ile kaleci Petronovic’in performansı 7-2’lik mağlubiyeti getirir. Kariyeri boyunca Türk takımlarına altı gol atan Ronald Koeman, bunların üçünü bu maçta ağlara gönderir.
İşte Bu Türkler’in Ayak Sesleri (mi)
90’lı yıllarda futbolumuza iyiden iyiye yerleşen milliyetçilik virüsü, bu dönemki hezimetlerimizde kendisini gösterir. 1992’de oynanan Balkan Kupası eşleşmesinde Karşıyaka, Bulgar ekibi Tarnovo’yu ilk maçta 4-1 mağlup etse de rövanşı 5-1 kaybeder. Karşıyaka’nın kötü performansını Bulgar kalecisi Valov’a bağlamakla kalınmaz, oyuncu maçı satmakla suçlanır.
1992’de Fenerbahçe 1-0’lık galibiyetin rövanşında meşhur 7-1’lik Sigma Olomuc hezimetini yaşarken o dönemde bu maçın unutulması üç-dört güne bakar. Hafta sonu alınan Galatasaray galibiyetiyle ortalık süt liman olur.
1996’da Kupa Galipleri Kupası’nda oynanan “bir garip maç”ta Paris Saint Germain’i “yapma Hayrettin” bağırışlarına karşın 4-2 mağlup eden Galatasaray, rövanşı 4-0 kaybedince fatura yine Hayrettin’e kesilir. Bir yıl sonra ise UEFA Kupası ilk tur ilk maçında Bochum’u 2-1’le geçen Trabzonspor ikinci maçta 5-1 geriye düşer. Skor 5-3’e gelse de turu getirecek gol ağlara giderken Misse Misse’nin topa dokunmasıyla çalınan ofsayt düdüğü, futbolumuzu da ofsayta düşürür. Tabi ki yenilen beş golün hesabının sorulması yerine Misse Misse’nin takımdan gönderilmesi en etkili çözüm olacaktır!
Bitirirken…
Türk futbolunun duayenlerinden Halit Kıvanç, Beşiktaş – Breşov maçı sonrasında futbolcuların ve teknik direktörün suçlanması üzerine şu sözleri sarf eder: “…oysa gerçek suçlu, futbolumuzun dağınıklık istikrarsızlığı, güçsüzlüğüydü. Başarılarımız raslantı oluyordu çoğu zaman… Kendi aramızda oynarken kendimizi yeterli buluyor, fakat sınırlarımız dışına çıktık mı, yetersizliğimizi yüzümüze vuruyorlardı. Romanya bozgunu da, bu genel kuralın bir yeni uygulamasıydı sadece” Şurası bir gerçek ki heyecanlı bir milletiz. En küçük başarıyı da bozgunu da pireyken deve yapmakta üstümüze yok. Halit Abi’nin dediği gibi hatayı uzaklarda aramamız lazım. Ona buna fatura keserek futbolumuzu nefret edilen bir kamu işletmesine dönüştürenlere inat Edirne’nin beri tarafında çıkarılacak dersler, öte tarafındaki hataları telafi etmemizi sağlayacaktır.