Nereye gitse hırslı, nereye gitse iştahlı ve nereye gitse başarılı… Karşınızda Avrupa Kupaları’nın ustası, kurt hocaların hocası Giovanni Trapattoni…
‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün ana karakteri Hayri İrdal, ‘Yeni bir elbise giyen adam az çok benliğinin dışına çıkmışa benzer’ der. Amacım, kıyafet metaforu üzerinden değişim tartışmasına girmek değil tabii ki. Sadece Hayri İrdal’ın bu kelamına hiç uymayan bir ismi sizlere anlatmak. Hangi elbiseyi giyerse giysin, kariyerinin hangi döneminde olursa olsun ve yeşil sahalarda ne şekilde boy gösterirse göstersin kişiliğinden ödün vermeyen bu isim, ‘Kurt Hoca’ deyiminin hakkını sonuna kadar veren Giovanni Trapattoni’den başkası değil.
Trapattoni, İtalyanların ona seslendiği isimle Trap, hep hırslıdır. Futbolculuk yıllarında Pele’den, Cruyff’a, Luis Suarez’den, Sandro Mazzola’ya birçok yıldızı marke ederken, Juventus’u bir dünya takımı yaparken, hatta ve hatta İrlanda’nın kısıtlı kadrosuyla uluslararası turnuvalara katılma mücadelesi verirken dahi hırsından hiçbir şey kaybetmez. Elinde Michel Platini, Lothar Matthaus ya da Paolo Rossi varken de kazanmak ister, en büyük yıldızı (!) Robbie Keane’ken de…
Agresifliğini her zaman koruyan tam bir Akdenizlidir. Saha kenarında kabına sığmayan ihtiyar delikanlımız, gerek eski tip bir İtalyan savunmacı olması, gerekse kazanmayı en büyük amaç olarak görmesiyle sinirinden herkesi nasiplendirmiştir. Kimler Trapattoni’nin fırçalarına maruz kalmamıştır ki? 80’lerin bela savunmacısı Claudio Gentile’den, dönemin futbol sanatçısı Michel Platini’ye, ‘Batigol’ Batistuta’dan, Roma’nın prensi Fracesco Totti’ye kadar birçok futbolcu, yıldızlık seviyelerine bakılmaksızın, bir çocuk gibi azarlanmıştır Trapattoni tarafından. Disiplini ve oyun içi liderliği ile dünya futbolunun seyrini değiştiren isimlerden olan Lothar Matthaus bile, ‘sol ayağını yeterli derecede kullanmıyorsun’ eleştirisiyle karşılaşır. Fakat bu fırçaların hiçbirisi, 2002 Dünya Kupası’nda İtalya – Güney Kore maçını katleden Ekvadorlu hakem Byron Moreno’ya gösterdiği tepki kadar hakaret içermemiştir. Ve hiçbirisi de 10 Mart 1998’de Bayern Münih antrenörüyken yaptığı basın toplantısında, evlerden ırak ikili Basler ve Strunz’a ateş püskürdüğündeki kadar gülünç olmamıştır.
Her zaman yıldızını bulup, heykeltıraş edasıyla onun üstünde çalışmayı ve bir üst seviyeye çıkartmayı bilir. Juventus yıllarında Rossi, Platini, Boniek, Laudrup gibi isimleri dünya futboluna armağan etmiş, Lothar Matthaus’un komple futbolcu olması için değişik metotlar geliştirmiş ve Mario Basler’i basketbol tabiriyle ‘kenardan getirerek’ verimli kılmıştır. Benfica yıllarında Simao Sabrosa’nın performansını en üste çekmeyi başarırken, bugünkü Spor Toto Süper Lig’in en zarif futbolcusu Manuel Fernandes’i henüz 18 yaşında tereddüt etmeden sahaya sürmüştür.
Yeni başarıları ve şampiyonlukları cv’sine eklemeyi de ihmal etmez. Top teptiği futbolculuk yıllarında Milan ile iki kez Avrupa’nın zirvesine çıkar. Ter döktüğü antrenörlük yıllarında ise Juventus, Inter, Bayern Münih, Benfica ve Salzburg’da şampiyonluklar kazanan yaşlı kurt, dört ayrı ülkede şampiyonluk yaşayan dört isimden birisi olur. Ayrıca Juventus’la kazandığı UEFA Kupası (iki kez), Kupa Galipleri Kupası, Şampiyon Kulüpler Kupası, Avrupa Süper Kupası ve Dünya Kulüpler Şampiyonası ile bu organizasyonların hepsinde en tepeye çıkan tek antrenör olmuştur. Inter’le kazandığı UEFA Kupası da bu tatlının üstüne kaymak niteliğini taşımaktadır. Giovanni Trapattoni, kazandıklarıyla Avrupa Kupaları tarihinin unutulmaz isimleri arasında en üstlerdedir.
Bu başarıları sağlarken o Akdenizli olmanın verdiği inatçılığından hiçbir şey kaybetmez. Bayern Münih’teki ilk senesinde Beckenbauer’in egosuna kurban olsa da, ‘Mücadeleye devam’ der ve ikinci döneminde şampiyonluk hedefinden şaşmaz. Belki de çalıştırdığı takımlar arasında en yetersiz kadroya sahip İrlanda Milli Takımı’yla Dünya Kupası’nı sonuna kadar zorlar. Henry’nin eline takılıp (!) elense de yılmadan mücadele eder ve 2012 Avrupa Şampiyonası’na katılmayı başarır. Başarıya hasret Fiorentina’yı Şampiyonlar Ligi’ne taşırken de inatçılığından ödün vermemiştir. Ona göre futbolda başarının sırrı sabırdır. ‘Futbol bir şiir değil, düz yazıdır’ beyanatında da bunu anlatır gayet net bir şekilde.
Bütün bu özellikleriyle şimdiden dünya futbolunun unutulmazları arasına giren Trapattoni, 74 yaşına rağmen hala büyük bir coşku, hırs ve inatla, sanki antrenörlüğe yeni başlamışçasına kariyerine devam ediyor. Bu, bir an olsun bile azalmayan azim, iştah ve futbol aşkını, Mediterraneo (Akdeniz) filminin unutulmaz karakteri başçavuş Nicola Lorusso’nun müthiş repliği özetliyor aslında.‘Yaşam yeterli değil. Bir tek yaşam yeterli değil benim için. Yeterince gün yok yaşanacak… Yapılacak çok fazla şey ve bir sürü düşünce var. Her günbatımı bana hüzün getirir; çünkü bir gün daha geçip gitmiştir…’