– Bir Batu ANADOLU yazısı –
Kazakistan’ın Şaktar Karagandı takımı 90. dakikada yediği golle Şampiyonlar Ligi kapısından dönerek büyük bir futbol sürprizinden bizi mahrum bıraktı. Avrupa Kupaları’nın ilk yıllarında ise sürprizi geleneğe dönüştüren bir Lüksemburg takımı vardı.
1961 yılında Cannes’da düzenlenen Eurovision Şarkı Yarışması’na damgasını vurur “Nous les amoureux”. Türkçeye “Biz, Aşıklar” olarak çevrilebilecek olan parça, tüm güçlüklere rağmen aşklarını koruyan bir çiftin hikayesini anlatırken, Lüksemburg’a birinciliği getirir. Şarkıyı söyleyen Jean-Claude Pascal bir Fransız’dır ve yarışmayı dört kez kazanan Lüksemburg, hepsinde ödüle yabancı kökenli şarkıcılarla ulaşır.
Bunları neden mi anlatıyorum? Biraz Lüksemburg’un konumunu anlatabilmek için. Bir ülke düşünün ki Fransa, Almanya ve Hollanda gibi Avrupa’nın yaşlı devleriyle çevrilmiş, beş yüz bin nüfuslu küçücük bir yer. İster istemez kültürü, mutfağı, ekonomisi ya bu ülkelerin gölgesinde kalmış. Spor da bu alanlardan biri. Ülkenin beşte biri lisanslı sporcu olsa da bizim konumuz olan futbol pek de popüler değil.
Lüksemburg futbolu, son yıllarda adını Differdange takımı ile duyurmaya başladı. Bu yıl UEFA Avrupa Ligi’nin üçüncü ön eleme turunda Utrecht’i eleseler de kupanın uzun ince yolundan gruplara erişemediler. Aynı kupanın bir önceki turunda ise büyük abileri elendi: Son yıllarda düşüş gösterse de yakalanması zor rekorlara imza atan Jeunesse Esch takımı. Ve belki çok da hatırlanmaz ama “büyük abi”, Avrupa kupalarına katılımın bugünkü seviyede olmadığı yıllarda tur atlamayı başarmış bir ekipti.
Jeunesse Esch, her zaman Lüksemburg futbol tarihinin kilometre taşlarında yer almayı başardı. 1907’de Jeunesse la Frontière d’Esch gibi şaşaalı bir isimle kuruldular. 1910’da oynanmaya başlayan Ulusal Lig’in ilk yıllarında US Hollerich Bonnevoie ile ezeli rakipleri CS Fola Esch’in gerisine düşseler de (1. Dünya Savaşı’na rağmen lig oynanmaya devam eder) 1921’de ilk şampiyonluklarını elde ettiler. Daha sonra ligi 27 kez daha kazanacakladır.
Sonraki 30 yıllık süreç çok da iyi gitmez. İkinci Dünya Savaşı sırasında güçlü komşusu Almanya tarafından işgal edilen ülkede sarı-siyahlı ekip uzun yıllar şampiyonluk göremez. Parlak günlere dönüşleri ise çok anlamlı bir dönemde olur. Lüksemburg UEFA’nın ilk üyelerinden biridir ve 1955’ten itibaren düzenlenen Avrupa Kupası’na ülkeden bir takım katılmaktadır. İngiliz teknik direktör Bill Berry yönetiminde 1958 yılından itibaren üst üste üç yıl şampiyon olan Jeunesse Esch, ülkesini temsil etmeye hak kazanır.
1958’deki ilk Avrupa Kupası maceralarında İsveç’ten Göteborg’a ilk turda, üç maç sonunda elenirler. Henüz bir yıl önce Dudelange’ın Kızılyıldız’a 9-0 yenildiği düşünülürse bu sonuç bile ülke için büyük bir başarıdır. Ama asıl başarı bir yıl sonra gelir. Sarı siyahlılar ilk turda Polonya ekibi LKS Lodz’u 5-0 mağlup etmeyi başararak ilk uluslararası başarıyı getirirler. İkinci maçı kaybetseler de bir üst turda Real Madrid’le eşleşirler. Futbola aşk duymaya başlayan ülke halkı için Real Madrid oldukça güçlü bir takımdır. Di Stefano’lu, Puskas’lı rakiplerine 7-0 ve 5-2 mağlup olsalar da atılan iki golün sevincini yaşarlar. Zaten bir tur geçmişlerdir ya daha ne olsun!
Sonraki birkaç yıl ülkenin merkez bölge takımları Sporta ve Union’ın hezimetleriyle geçerken taraftarların, aşklarına kavuşması 1963’ü bulur. Jeunesse ilk turda Finlandiya’dan Haka ile eşleşir. İlk maçı deplasmanda 4-1 kaybetseler de rövanşta Marcel Theis’in yıldızlaşmasıyla 4-0’ı bulurlar ve beş yıl aradan sonra tur geçme başarısını gösterirler. Bir sonraki turda rakip Partizan’dır. İlk maçı 2-1 kazanarak otoriteleri yeniden şaşırtırlar ama rövanşta Vladica Kovacevic’i durduramayınca kupaya veda ederler. Takımın performansı milli takıma da yansır. 1964 Avrupa Şampiyonası yolunda Hollanda’yı eledikten sonra Danimarka’yla eşleşen Lüksemburg, rakibini geçerse kupaya katılacaktır. İlk iki maç berabere biter, tekrar maçını ise 1-0 kaybederler.
On yıllık suskunluğun ardından 1973’ten itibaren ligde beş yıl üst üste şampiyon olurlar. Avrupa Kupası’nda Liverpool’la 1-1 berabere kalarak sükse yapsalar da rövanşta Toshack’ı durduramazlar. Bir yıl sonra ise rakipleri tanıdıktır. Ülkemizin sarı lacivertli ekibi Fenerbahçe ile karşılaşır sarı siyahlılar. Favori Fenerbahçe’dir ve akıllarda iki yıl önce Milli Takımımızın 2-0 kaybettiği Lüksemburg maçı vardır. Maç öncesi gazetecilerimiz haritada Lüksemburg’un yerini bulma, oyuncuların amatörlükleriyle dalga geçme gibi ülkemizin medyasına özgü olimpik sporları yaparlar. İlk maçı sarı kanaryalar rakip sahada 3-2 kazansalar da oynadıkları oyun beğenilmez. Jeunesse teknik ekibi de sürekli iki yıl önceki malum maçı hatırlatırlar. Fakat ikinci maç öncesi Jeunesse teknik direktöri Willy Macho kalp krizi geçirir. Rövanşı Fenerbahçe Cemil Turan ve Yılmaz Şen’in golleriyle kazanarak rakibini eler. Jeunesse’in performansı yine de beğeni toplar. En azından “o kadar da kötü takım değilmiş” övgüsünü alırlar.
İlerleyen yıllarda işler ülke içinde iyi gitse de Avrupa’da o kadar iyi değildir. 1980’lerin sonunda devletler bölündükçe gerek ülke gerekse takım sayısı gitgide artar. Avrupa Kupaları da sürprize çok yer vermeyen, küçük kulüplerin mücadele etmesinin zorlaştığı bir yapıya kavuşur. Ülkede zaten pek de olmayan futbol aşkı belki bu nedenlerden dolayı ateşini yitirir. Bizim aşk şarkımız da “imkansızın şarkısı”na dönüşür.
Jeunesse Esch son şampiyonluğunu 2010’da kazandı. Son yıllarda Dudelange, Differdange gibi birkaç kulübün birleşmesiyle kurulan; finansal açıdan daha güçlü takımlar karşısında bizim emektar takımımız eski günlerini mumla arar oldu. Mevcut şartlarda ömrümüz bir Lüksemburg takımının Avrupa’da bahar aylarını gördüğüne yetmeyecek gibi. Yine de birkaç tur da olsa imkansızın şarkısını dinlemek için hazır bekliyor olacağız.