-Bir Batu ANADOLU yazısı-
2014 Dünya Kupası’na kalkan tren için son biletler, ekim ayında sahiplerini bulacak. Yirmi yıl önce oynanan Fransa-Bulgaristan maçı ise büyük heyecana sahne olacak son maçlar öncesi, kendinden emin olan takımlara bir uyarı niteliği taşıyor.
“Dur” sesiyle inledi arabanın içi. Dışarıdaki soğuk hava, kliması çalışmayan arabayı yeterince soğutmuyormuş gibi yapılan bu anons aracın içindeki dört kişinin tüylerini diken diken etmişti. Şoför koltuğunda oturan Georgi Georgiev kendisini çabuk toparladı. Pencereyi açarak pasaportunu uzattı. Yanında oturan takım arkadaşı Boris Mihaylov’un varlığı onu rahatlatmıştı. İkisi de Fransa’da futbol oynuyorlardı ve ülkeye girişle ilgili bir sıkıntıları olamazdı. Görevli arka koltukta oturan ikilinin belgelerini istedi ve misafirleri çok da sıkmadan sınırdan içeri buyur etti. Emil Kostadinov ve Luboslav Penev, “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” diyarı Fransa’ya kaçak yollardan giriş yapmışlardı. Fransa’yla oynayacakları maç öncesi hedefleri eşitlik değil, üstünlük kurarak 1994 Dünya Kupası’na katılmaktı.
Fransa cephesinde de işler pek farklı değildi. Finlandiya karşısında aldıkları galibiyet sonrası son iki maçlarına formalite gözüyle bakan Maviler, kendi evlerinde İsrail’e son yedi dakikada yedikleri iki golle mağlup olmuşlardı. Yine de keyifler yerindeydi çünkü Paris’te Bulgaristan ile berabere kalsalar bile kupaya katılacaklardı. Hani onların yerinde Almanlar olsa çoktan şampanyaların siparişi verilmişti ama Fransızlar da o noktaya yakındı. 1990’daki turnuvaya katılamayan takımlarının 1994’ü ıska geçmesi düşünülemezdi. Özellikle Blanc, Desailly, Deschamps, Cantona ve Papin gibi futbolcularınız varsa.
Parc des Princes’ta gergin bir atmosfer hakimdi. Gerginliği bölen şey ise maçın ilk dakikalarında sahaya giren bir horozdu. Fransa’nın simgesi sahada birkaç tur attıktan sonra koşarak uzaklaşıyordu. O dakikalarda kahkahalara boğulan taraftarlar, sahadaki on bir horozun sahayı aynı şekilde terk edeceğinden habersizlerdi. 31. dakikada Zvetanov’a tatlı sert bir müdahalede bulunup topu çalan Deschamps; sağ kanatta rahatça ilerledikten sonra topu, kadrodaki tek Dünya Kupası gören oyuncu olan Papin’e şişirdi. Papin akıllıca bir kafa vuruşuyla onu Eric Cantona’ya gönderdi. O zamanlar filozofluğundan çok haşarılığı ile rakiplerine korku salan Kral Eric ağları sarsmaktan geri kalmadı. İki hafta önce Galatasaray’a karşı kırmızı formayla yaşadığı üzüntüyü tekrar yaşamaya niyeti yoktu.
Ama Fransız savunması belli ki Cantona gibi düşünmüyordu. Gerard Houllier’in yardımcısı Aime Jacquet; 1998 Dünya Kupası finalinde Brezilyalı savunma oyuncularının, duran toplardaki markaj eksikliğinden faydalanıp kupayı kaldıracaktı ama o günler henüz çok uzaklardaydı. Emil Kostadinov, üzerine gelen iki maviliden önce topu kafayla ağlara göndererek umutları tazeliyordu.
İkinci yarıya damgasını vuran olay Papin’in yerini David Ginola’ya bırakması oldu. Son dakikalarda Fransız oyuncular kendilerine beraberliğin yeteceğini düşünerek ağırdan almaya başlamışlardı. 89. dakikanın ilk saniyeleri geçerken Ginola farklı düşünüyordu. Maçı kazanabilirlerdi ve kendisi de galibiyette önemli bir pay sahibi olabilirdi. Rakip kalenin solundan, sağ ayağıyla yaptığı orta o kadar kötüydü ki değil vakit geçirmek; zaman, topun peşinden koşma zamanıydı. Sonrası kurulu bir saat düzeninde işledi. Balakov, Penev’e; Penev ise Kostadinov’a topu inanılmaz bir rahatlıkla ilettiler. Sonraki yılların Fenerbahçelisi Kostadinov da bu rahatlığa güvenmiş olacak ki gelişine bir vuruş yaptı. Üst direğe çarpan top, kaleci Lama ne olduğunu anlamadan ağlara gitti. 89.41’de 1-1 devam eden maç 89.59’da 1-2’ye dönmüştü. Sonraki dakikalar fayda etmedi. Ülkeye kaçak yollarla giren Bulgar oyunculardan birinin pası diğerinin golleriyle Bulgaristan, “Avrupalı” rakibini deviriyordu. Ülkenin o yıl Frankofon Birliği’ne kabul edilmesi ilginç bir detay olarak kaldı. Bir bakıma Bulgaristan, Fransa’nın gitmeye çalıştığı turnuvaya, rakibinin evinden giderek olaya Fransız kalmamıştı.
Kupaya katılan Bulgarlar, kimsenin beklemediği bir şekilde yarı final gördüler ama bir daha bu düzeye ulaşamadılar. Fransa ise tam tersini yaşadı. Eduardo Galeano, Brezilya Milli Takımı’nın yaşadığı her başarısızlığın kaleciye bağlandığını söyler. Fransa’da ise fatura, yanlış tercihi nedeniyle David Ginola’ya kesildi. Ginola, bir yıl sonra İngiltere’ye giderek ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Bugün ise Eminönü Yeraltı Çarşısı’nda kendi adını taşıyan bir gömlek markasıyla varlığını sürdürüyor(!) Ginola bir daha Milli Takım forması giyemedi ve Jacquet, dört yıl sonra Mavilerle Dünya Kupası’nı kaldırdı. Kupadan sonra Fransızlar birçok başarı daha yaşadılar. Yine de her dibe vuruşta o kötü şöhretli maçın gölgesini üstlerinde hissettiler.