-Bir Batu ANADOLU yazısı-
Misafirliğini bilenler, takımı için yüzenler… Eski İstanbul’dan taraftarlık öyküleri, günümüzün taraftar geçinenlerine parmak ısırtacak cinsten.
Aman Fuat Bey ağzımızın tadı kaçmasın
Son yıllarda deplasmanda taraftar yasağı gayet normal bir olay olarak algılanmaya başlarken bir maçlığına bile aynı stadyumlara paylaşamayan futbolculara, taraftarlara, yöneticilere ve onlara çanak tutan devlet erkanına şahit oluyoruz. Halbuki zamanında Mithatpaşa Stadyumu birçok takımın taraftarına ev sahipliği yapıyordu. Olaylar çıkmıyor değildi; eskilerin anlattığı gibi her şey güllük gülistanlık gitmiyordu. Fakat taraflar olay çıkmasın, huzur kaçmasın diye çaba gösteriyorlardı. 1958’de İkinci Küme’den Birinci Küme’ye yükselen Karagümrük takımı da kendisine Mithatpaşa’da yer bulanlardandı. Bir Galatasaray maçı öncesi taraftarların nereye oturacakları sorusu ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine Karagümrük’ün taraftar lideri Gardrop Fuat, tartışmaya noktayı koydu: “Galatasaray 15 senedir buranın sahibi, biz misafiriz. Onlar istedikleri yere otursunlar.” Fuat, rakip taraftara hürmetini sadece sözlerle değil, hazırladıkları dövizlerle de sergiler; Galatasaray tribün lideri Karıncaezmez Şevki’ye de sarı-kırmızı renklerde bir buket çiçek vermekten geri kalmaz. Galatasaray maçı, Metin’in golleriyle 3-2 kazansa da klişe ama doğru tabirle “dostluk” kazanmıştır.
Biraz ıslanmaktan zarar gelmez!
İtiraf etmek lazım ki her fanatik taraftar, takımı maç kazandığı takdirde neler yapabileceği konusunda oldukça ileri gidebilecek potansiyele sahiptir. Çoğu zaman bu sözler, alınan galibiyetin rahatlığıyla unutulur ya da şaka yollu geçiştirilir. Ama eski İstanbul öyle miydi? İstanbul’da taraftarlık emekti, taraftarlık sözlerin tutulmasını gerektirirdi! 1962 yılının soğuk bir gecesinde Feriköyspor’un en fanatik taraftarlarından olan Mehmet Ali Çiğdem (Şoför Mehmet Ali), verdiği sözü tuttu. Bugün Bölgesel Amatör Lig’de mücadele eden fakat o günlerde Milli Lig’in gediklisi olan takımının, Ankara Demirspor’dan puanlar alması için totem yapmıştı. Takımı onu yüz üstü bırakmadı, o da kırmızı-beyaz renkler için ıslanmayı göze aldı. Soğuk bir kış gecesi kendisini arabalı vapurdan serin sulara bırakarak sahile kadar kulaç attı!
Al şu parayı genç adamsın lazım olur
“Yıllık ücretini beğenmedi”, “çocuklarına okul bulamadı”, “ev tutamadığı için otelde yaşıyor” gibi sorunlar günümüz profesyonel futbolcularının en büyük dertleri olsa gerek. Özellikle de üç büyük kulübün oyuncuları, nereye yatırım yapacaklarını bilemeyecekleri kadar ücret kazanıyorlar. Halbuki bundan 50-60 yıl önce taraftarlar, ceplerindeki 3-5 kuruşu futbolculara vermekte tereddüt etmezlerdi. Örneğin Milliyet’in 1957’de düzenlediği yarışmayla Fenerbahçe ve Galatasaray sadece futbol değil; prim mücadelesine de girmişlerdi. Gazete; iki takımın taraftarlarını, belirli bir ücreti gazetenin veznesine bırakmaları için çağrı yapıyordu. Maçı kazanan takımın oyuncuları, kendi taraftarlarının verdiği primi hak edecek; kaybeden tarafın fanatikleri ise paralarını geri alabileceklerdi. 30 Nisan günü oynanan derbiyi Fenerbahçe Niyazi, Lefter ve Ergun’u golleriyle 3-0 kazanınca sarı lacivertliler hem şampiyonluğu hem de primini kazanmayı başarıyordu.
En çok beni mi seviyorsun yoksa Galatasaray’ı mı?
Yazımızı Şevki ile kapatalım. Karıncaezmez lakaplı Şevki Güney, adı Galatasaray tarihine geçmiş bir amigodur. İETT’de şoförlük yapan ve tek bir kazaya bile karışmadığı için Karıncaezmez lakabını alan Şevki, maç günleri taraftarları bedavaya stadyuma taşımasıyla ünlüdür. Fakat sarı kırmızı renklere gönül verirken eşini ihmal eder. Sonunda eşi, evine bakmadığı gerekçesiyle Şevki’ye boşanma davası açar. Sarı kırmızı renklerdeki şalvarı ve gömleği ile cebinde bir manolya dalıyla mahkemeye gelen Şevki, “ben karıma da çocuklarıma da bakacak kudretteyim” derken bir yandan da “Galatasaray’dan vazgeçmem” demeyi de ihmal etmez. İki aşkın arasında kalan Şevki, en sonunda sarı kırmızı renkleri tercih eder ve boşanma gerçekleşir. Aramızdan 2000 yılında ayrılan Şevki, şüphesiz ki kimliğini kulübünden ayrı tutmayan naif fanatikliğin son örneklerindendir.













