Bayern Münih, 1970’li yıllara Ajax’la birlikte damga vurdu. Büyük rakibinin güzel oyununun aksine sonuç odaklı futboluyla iz bırakan Münih’te başrol Kaiser’indi.
1 Ekim 1969… Avrupa’ya damga vuran ilk Afrikalılardan olan Salif Keita, 81. dakikada Maier’i avlamış ve Bayern’in ilk maçtaki 2-0’lık avantajını ortadan kaldırmıştı. Fransa şampiyonu Saint Etienne, Şampiyon Kulüpler Kupası’nda bir üst tura adını yazdırırken, Bundesliga şampiyonu Bayern Münih’in büyük sahnede alması gereken çok yol vardı.
12 Mayıs 1976… Bayern Münih, Franz Roth’un serbest vuruştan attığı golle Saint Etienne’i 1-0 mağlup ederek üçüncü kez üst üste Avrupa şampiyonu oluyordu. Franz Roth ise 1967’deki Kupa Galipleri Kupası Finali’nden sonra Kupa 1’de de takımını zafere taşımıştı. O kuşağın Saint Etienne hüsranı ile başlayan Şampiyon Kulüpler Kupası macerası, yine Yeşiller’le fakat bu sefer zaferle sonlanacaktı. Peki değişen neydi?
Bayern Münih, 1969-1970 sezonuna, bir sezon önce takımı şampiyonluğa taşıyan Branco Zebec’le girse de, ligin ikinci yarısında işler iyi gitmedi. Üst üste üç maçta da kazanamayan Bayern’de fatura, bugünlerde de olduğu gibi antrenöre kesilmişti. Yeni lider Udo Lattek’ti fakat Alman medyası, kariyeri Helmut Schön’ün yardımcılığından ibaret olan Lattek’in ‘İmparator Beckenbauer torpiliyle’ takımın başına geçtiğini fısıltı gazetesinin manşetine vermişti bile. Lattek, bütün bunları kulak arkası etti ve ilk icraatlarını gerçekleştirmeye başladı. Hoeness ve Breitner gibi ‘özkaynak’ gençler takıma monte edildi öncelikle. Bununla beraber Nürnberg’den savunmacı Johnny Hansen ve Hannover 96’dan müdafaacı orta saha Rainer Zobel transfer edildi. Milli takımda da yavaş yavaş libero pozisyonuna doğru hareketlenmeye başlayan Beckenbuer’in savunma yükü hafifletilmek isteniyordu kuşkusuz…
Lattek’in bu hamleleri, ilk tam sezonu olan 1970-1971’de hedefine ulaşmasa da, ertesi sezon tarihi bir şampiyonluk geldi. Bayern Münih, 101 golle Bundesliga şampiyonuydu. Kaleci Maier dışında ilk 11’de oynayan bütün isimlerden gol bulan takımda Gerd Müller, 40 golle kendini belli ediyordu. Münih ve ‘Bombacı’ Müller’in bu müspet performansı, ilerleyen iki yılda da devam etti. Önce 36 attı Müller, sonra 30… Münih, art arda üçüncü kez lig şampiyonluğunu ilan ettiğinde tarihler, 11 Mayıs 1974’ü gösteriyordu. Gerd Müller yine sahnedeydi ve Offenbach filelerini havalandırarak, bitime bir hafta kala zaferi getirmişti Bavyera’ya… Takımın orta saha savaşçılarından Zobel, “Şampiyonluğu coşkuyla kutlamadık. Avrupa finaline yoğunlaşmıştık ve partiyi final sonrasına sakladık.” diyordu bir mülakatında. Ligin son maçı, en yakın takipçi Mönchengladbach’laydı… Elbette bir güç gösterisi gelir akıllara bu son randevu için ama işin aslı çok farklıydı. Evet, Offenbach maçından dört gün sonra Bayern Münih, nihayet arzuladığı yerde, Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde boy gösterecekti. Rakip, meydan muharebesi sonucunda Celtic’i eleyen Atletico Madrid’di. Atletico, pek de temiz gelmemişti finale. Celtic ile oynanan yarı finalin ilk maçında, hakem Doğan Babacan’ın cebinden çıkan 10 sarı, üç kırmızı kartın hepsi de İspanyolların aleyhineydi. İlk maçta yaraladıkları İskoçların ipini kendi evlerinde çeken Atletico Madrid, 2010’lara kadarki en başarılı dönemini, finalle taçlandırmıştı.
Zobel’in belirttiği yoğunlaşma, bir gerginliğe sebep olmuştu belki de. 15 Mayıs’taki finalde Bayern Münih, tutuk bir futbol oynuyor, üretmekte zorlanıyordu. Takımın en başarılı isimleri, Atletico santrforu Garate’ye hareket imkanı vermeyen Schwarzenbeck ve ‘patron’ Beckenbauer’di. Bayern, tıpkı bir yıl evvel Hollanda’da oynadığı ve 4-0 yenilerek elendiği Ajax maçındaki gibi defansif futbol sergiliyordu. Uzun toplarla Hoeness, Kapellmann ve Torstensson’u hareketlendirme planı pek de işe yaramamıştı. Üç isim de Lattek’in takıma kattığı isimlerdi. Özellikle önceki yıl Ajax maçındaki ofansif çuvallamanın müsebbiplerinden kanat oyuncusu Hoffmann’ın yerine monte edilen Kapellmann, sıfıra indiği anda ‘makine’ Mülller’in düğmesine basma görevine sahipti. Torstensson ise o sezonun ortasında, “Türk usulü” katılmıştı takıma. Kupanın ilk turunda İsveç şampiyonu Atvidaberg ile eşleşen Münih’in kâbusu olan İsveçli, Bayern’in ikinci maçtaki 3-1’lik mağlubiyetinin başrolündeydi. Neyse ki Almanlar, penaltılarla turu geçmiş ve dönüşte Torstensson’u da çantalarında getirmişlerdi…
Bütün bu strateji, Bayern Münih’in 90 dakikada gol bulmasına yetmedi. Final, uzatmalara gitti ve ilk gol de A.Madrid’den geldi. Aragones, frikikten Maier’i avladığında, bitime sadece altı dakika vardı. Bayern, büyük kozu Beckenbauer’i de ileriye sürerek şuursuzca bastırırken, sahneye ‘kazma’ Schwarzenbeck çıktı ve uzaklardan bir mermiyle durumu eşitledi. Ufukta penaltılar yoktu; iki gün sonra aynı sahadaki tekrar maçıyla belirlenecekti galip. O maçı, Zobel ve Hoeness dâhil birçok oyuncu “Bayern Münih tarihinin en iyi oyunu’ minvalinde sözlerle tasvir ediyor bugün. Fakat sahada mutlak bir üstünlükten söz etmek güç… Esas avantaj, moral üstünlüğünü eline geçirmesindeydi belki de Bayern’in. Nitekim hızlı hücumlarla, Höeness’in hızı ve Müller’in bitiriciliği, skoru belirlemişti: 4-0. Bayern, nihayet Avrupa’nın zirvesindeydi. Bu zafer, mutlak bir rahatlamaya neden olmuştu ki, Bundesliga’nın son maçında, Mönchengladbach ile oynadıkları maçı 5-0 kaybettiler.
1974 yazı, bir nevi Hollanda-Almanya rekabetinde devir teslim törenine dönüşecekti. Birkaç ay evvel Ajax’ın Avrupa hanedanlığına son veren Bayern Münih’in altı oyuncusunun ilk 11’de yer aldığı Almanya Milli Takımı, finalde Hollanda’yı alt ederek tüm dünyaya “70’lerin kralı benim!” diyordu. Federal Almanya’nın bu çıkışı, pek tabii Bayern Münih’le bağdaştırılabilir ama sahadaki oyuna baktığımızda; Helmut Schön’ün bugünlerde ‘takım kimyası’ denen mefhumun ustalarından olduğu görülmekteydi net bir şekilde. Bayern’in belki de en kuvvetli bölgesi olan savunmayı, ‘kopyala-yapıştır’ komutuyla milli takıma taşıyan Schön, Danimarkalı Hansen’in bölgesine Mönchengladbach’ın kaptanı, “Terrier” Berti Vogts’u çekerek Maier’in önüne aşılması güç bir duvar örmüştü. Münih’in saha içinde bariz defolarından olan orta saha yaratıcılığı ise Gladbach-Köln ortaklığıyla gideriliyordu. Büyük dirijör Wolfgang Overath, oyunu yönlendirirken, genç Bonhof da hem Beckenbauer’in komutasındaki savunma hattının yükünü hafifletiyor hem de öncelikleri, ileri çıkan Beckenbauer’in yerini kapamak olan Zobel ve Roth’un pek muvaffak olamadığı hücuma destek verme işini görüyordu. Kanatlar ise Frankfurt dolaylarındandı… Grabowski ve Hölzenbein, Müller’i beslemek için Alman topraklarındaki en verimli iki kanat hücumcusuydu belki de. Almanların, en az Hollanda kadar bireysel yeteneklerle kurulu takımının Dünya Kupası zaferi, bir bakıma Bayern Münih’in ilerleyen yıllardaki üstünlüğü için de bir ‘güven aşısı’ niteliğindeydi…
Bayern Münih, yıllarca beklediği Avrupa’nın zirvesinde tutunma raconunu kapmıştı hakikaten de. 1975 senesinde bir kez daha finale çıkmayı başardı. Üstelik takımın yaratıcısı Udo Lattek, ligdeki berbat performans sonrasında kovulmuş, yerine; bir kez daha ‘İmparator torpiliyle’ Dettmar Cramer getirilmişti. Cramer, milli takımda çalıştığı dönemde bir kızı hamile bıraktığı için milli takımdan uzaklaştırılan Beckenbauer’in affedilmesinde başrolü oynamıştı. Münih dışında büyük takım tecrübesi olmayan ‘Napolyon’ lakaplı Cramer’in başa geçmesinin ardından bu dedikodular sürerken, final öncesinde futbolcuların güveni yerindeydi…
Sepp Maier Paris’teki maçtan evvel, “Dokuz final oynadım ve hiç kaybeden taraf olmadım! 2-0 ya da 2-1 kazanacağız” açıklamasını yapmıştı. Rakip Leeds United’dı. Karşılaşma, bir önceki finalden daha da tartışmalı olacaktı. Bayern Münih, beklenen üstün futbolu sahaya koyamadı yine. Ama finallerin golcüsü Roth ve rutin golcüsü Müller ile sonuca gitti. Hoeness’e göre şans onların yanındaydı. Leeds cephesinde ise skoru şansla ilişkilendiren pek yoktu! Maçın üstün tarafı Leeds United, ikinci yarıda Lorimer’in volesiyle 1-0 öne geçmişti… United topçuları çılgınca bir sevince tutulmuşlardı ki maçın Fransız hakemi Michel Kitabdjian, bir anda golü iptal etti. Golün kahramanı Peter Lorimer, Yorkshire Evening Post’taki 28 Mayıs 2015 tarihli röportajında, iptalin arkasında Beckenbauer’in olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Golden sonra ilk işim hakeme bakmak oldu, golü verdiğinden emin olmak istiyordum. Çizgi hakeminin bir tepkisi yoktu, hatta rahatlıkla söyleyebilirim ki Sepp Maier de gol olduğunu düşünür bir tavır içerisindeydi. Daha sonra Beckenbauer, Kitabdjian’a bir şeyler söyledi ve şaşkınlığımız içerisinde gol iptal edildi.” Hoş, Leeds’in problemli kaptanı Billy Bremner, Lorimer topa vurduğu anda tam da Maier’in önünde ve ofsayt pozisyonundaydı ama Leeds’li futbolcular pasif ofsayt kuralını, 2000’lerdeki haliyle yorumlamayı başarmışlardı…
Britanyalıların isyanını ayyuka çıkaran son damlaydı bu iptal kararı. İlk yarının son dakikalarında Beckenbauer’in Allan Clarke’a yaptığı müdahale, yedi düvelde de penaltı noktasıyla sonuçlanacak cinstendi fakat karar korner olmuştu. Leeds’li futbolcuların mağlubiyetin tek sorumlusu olarak gördükleri hakem kararları hep aleyhlerine gelişmemişti aslında. Maçın henüz başında Terry Yorath’ın İsveçli sağ bek Andersson’a yaptığı gaddar müdahale, kartsız geçiştirilmiş, Andersson hem oyundan çıkmış hem de parçalanan diz kapağı nedeniyle kariyerini riske sokmuştu. Bütün bu olaylar dışında Bayern, yine uzun topa dayalı sıkıcı bir futbol sahaya koymuş ve ikinci yarıdaki ilk rakip saha akınında Roth ile öne geçip, Müller ile zaferi perçinlemişti. Kaiser’in başrolünde olduğu kupa, yine onun ellerinde Paris semalarında yükseliyordu…
Ertesi sezon senaryoda benzerlik vardı. Lig, beklenenden uzak düşmüşken, Avrupa şampiyonluğu bir 90 dakika uzaklığındaydı… Üstelik yarı finalde Real Madrid, Müller’in iki usta işi vuruşuyla bir kenara itilmiş, güç gösterisi afili bir şekilde gerçekleştirilmişti. Burada Bayern Münih’in Avrupa performansına bir parantez daha gerek. Tek maçlık finallerde o günlerde literatürde olmayan ‘otobüs çekme’ taktiğini kullanan Münih, çift ayaklı maçlarda, özellikle de kendi evinde oynananlarda istediği sonucu çok rahat alabilen bir ‘iş bilen’ hüviyetinde. En klas örnek de mezkur Real Madrid eşleşmesi ve öncesindeki Benfica maçları. İki karşılaşmada da deplasmandan beraberlikle dönen ‘Beckenbauer’in askerleri’, Münih Olimpiyat Stadı’nda Benfica’yı beşleyip, Real Madrid’e karşı da baştan sona üstün bir oyunla galip gelmesini başarıyor. Final ise aynı tas aynı hamam… Bu seferki ‘bahtsız’ rakip, Fransızların 60 ve 70’li yıllarda en az şansonları ve öğrenci hareketleri kadar ünlü takımı Saint Etienne. Fransa Ligi’ni domine eden ‘kasaba takımı’, çeyrek finalde dillere destan bir geri dönüşle, 2-0’ın rövanşını 3-0 alarak Dinamo Kiev’i eleyip üstüne bir de Hollanda şampiyonu PSV’yi devre dışı bırakarak İskoçya’da Bayern’in karşısına dikiliyor. Hatta 90 dakikada muhteşem bir futbol gösterisi de sunuyor ama sonuç yine aynı; Roth’un frikiği ve Bayern Münih 1-0’la şampiyon!
Bu finali en güzel özetleyen sözler ise ‘Napolyon’ Dettmar Cramer’e ait: “Maçtan önce endişeliydim. Futbolcular yanıma geldi ve ‘Merak etme, eğer finale çıktıysak kazanırız’ dediler.” Cramer, takımından ne kadar ümitsiz olduğu şu sözleriyle de teyit ediyor aslında, “Final için çok fazla duran top varyasyonu çalıştık, en büyük gol ümidim buydu ama golü attığımız şekilde bir organizasyona çalışmamıştık!” O organizasyonda da başrol, Beckenbauer’indir kuşkusuz. Golün sahibi Roth, “Kalabalık bir baraj vardı. Franz, ‘Topa dokunacağım ve vuracaksın’ dedi. Barajı açmanın başka yolu da yoktu. Dokundu ve vurdum!” diyordu. Beckenbauer, saha içi liderliğini bir anda yansıtıp yine takımını zafere taşımıştı…
Bu sezondan sonra Bayern Münih, dağılmaya başladı. Ertesi sezon ligi yedinci sırada bitirdiler ve 1975’teki Süper Kupa’da, iki maçta da mağlup olup çok zulüm gördükleri Blokhin’li Dinamo Kiev’e elenerek, üç senelik saltanat koltuğundan indiler. Tek teselli, 1976 Aralık’ında Cruzerio’yu eleyerek kazandıkları Kıtalararası Kupa oldu. Ertesi sezon takımın lideri Beckenbauer, ABD’ye göç akımına uydu ve lidersiz kalan Münih, kısa süreli bir fetret devrine sürüklendi…
Bütün bu hanedanlık dönemini göz önünde bulundurduğumuzda Bayern Münih’in, o dönemki en büyük rakibi Ajax gibi sahaya muhteşem bir futbol koymadığını söylemek gerek. Ama belki de bu rekabeti azılı kılan ve dünya futbolunun gidişatını değiştirdiği yönünde yorumlara sebep olmasının arkasında da bu var. Güzel futbol karşısında, sonuca giden ama sıkıcı futbol ve iki farklı tarzda da sürekli bir başarının yakalanabileceğinin ispatlanması… Bugün bile farklı isimler üzerinden aynı tartışmaları yapmıyor muyuz?