Lefter efsanesinin en yakın tanıklarından biri olan İslam Çupi’nin ‘Ordinaryüs’ ile yaptığı söyleşi. İlk kez 11 Haziran 1980 tarihinde Tercüman gazetesinde yayımlanmıştır. İletişim Yayınları’ndan çıkan Mağlubu Anlatmak kitabından alınmıştır.
Lefter 30 yıl önce caddeye basamazdı. Tabanının altına diken battığı için falan değil, caddeye basmazlığı…
Lefter 30 yıl önce Türk futbolunun omuzlardaki adamı idi. Oynadığı süre içinde Fenerbahçe taraftarı Lefter’i hiçbir gün caddeye atmamıştır.
Saha temaşa sanatının bu en büyüğü, akıl yok edici eşsiz futbolu ile sahalara yazılması çok zor bir “Lefter Klasiği” bırakıp giderken, arkasında ağaç kovuğu değil, 30 yıldır her gün bollanan bir boşluk bırakmıştır…
Bostan kuyusu değil ki, birkaç kamyon dolusu toprakla…
Dolduramadık bu boşluğu… 30 yılda Fenerbahçe 100 milyon transfere döktü, hâlâ Lefter’in kendisini değil, heykelini bile dökemedi…
Üniversiteye ayak sürmediği halde, çimenlere bir kürsü kurup anlatılamaz futbolunun başına ordinaryüslük serpuşunu geçiren Lefter’le dertleşmeye aynı sorudan girdik…
Maçtan bir gün önce başka bir zevk için sabahladığın oldu mu?
Tilkiye “Tavuk yerine dondurma yer misin?” demek gibi bir şey… O gün ordu gelse benim futbolculuk hırs ve haysiyetimi teslim alamazdı.
Müsabaka içinde hiç inancının kaybolduğu, elini beline koyup rakibi seyrettiğin oldu mu?..
Deli misin sen!.. Kafası bu tip bir pilaki ile dolu insan, futbolcu değil, stada top toplayıcı bile olmaz. Ben son 10 dakikada çok rakip yendim. Mesela Sıtkı’nın elinden bir top çaldım, arkasından bir penaltı 1-0’lık Beykoz yenilgisini 7 dakikada 2-1’lik galibiyete çevirdim… Nusret maçtan sonra hırsından iki kilo çimen yedi.
Maçtan önce maçı yaşar mıydın? Seni marke edecek rakip için maçtan önce zihni ve moral bir hazırlık yapar mıydın?
Hiç böyle bir tasam olmadı… Tekniğimden daha büyük bir ciğerim vardı. Sahada çok gezen adamdım. 35 yaşıma kadar maçlarda hiçbir rakip beni bulamadı…
Formanı sırtına, pabuçlarını ayaklarına geçirdiğinde ilk hissettiğin şey ne idi?..
Kazanmak… Fenerbahçe taraftarını mesut etmek…
Çocukluğunuzda hangi futbolcuyu örnek alıp büyüdün ve yıldız oldun?
Ben doğma büyüme Büyükadalıyım… İstanbul’la pek bağlantım yoktu. Gündüz Abi, adada sık sık oynardı. Ona tutkundum.
Bir tartışma var eski-yeni üstüne… Şimdi 20 yaşında olsan Fenerbahçe’de oynayabilir miydin?
20’yi geç, 15 de. 20 yaşında milli takıma girer, 20 yıl da ordan çıkmazdım. Günümüzde ise 20 dakika sonra yedek kulübesine düşen milyonluk var.
Yenilerin belli başlı eksiği nedir?
Benim zamanımda zayıf adam yoktu. Müthiş kuvvetli bir nesildik. Şimdikiler bisküvi gibi… Bir dokunuşta dağılıveriyorlar. Ben kışın Fenerbahçe Stadı’nda balçık çamurda ayakkabılarımı çok kaybettiğimi bilirim. Sırımlı toplar sığır işkembesi gibi idi… Yağmurlu havalarda Mikro Mustafa’nın attığı kornerler onsekizin içine düşmediği için çocuk hırsından ağlardı. Şimdikileri o şartların içine soksam, 5 ay sonra kaçacak delik ararlardı.
Fenerbahçe forması ucuzladı diyorlar, sen bu fikre katılıyor musun?
Evet… Bizim devrenin yedekleri bile, bugünkü Fenerbahçe’yi kolaylıkla yenerdi. Milli takım da öyle… Benim devremde 7-8 kişi vardı ki, ağzınla kuş tutsan onları milli takımdan düşürmek mümkün değildi. Şimdi 10 milli maçta 50 değişik adam milli oluyor. Milli takım değil, meret sanki kapalı çarşının iki kapısı… Ne çıkan belli ne de giren…
Sözün burasına parmak kaldırmadan Lefter’in iş ortağı Niko girdi. Niko 1953’de Küçük Şeytanlar olarak adlandırılan Fenerbahçe takımının santrforu idi…
Arif’e tarif gerekmez ama, Lefter Abi çok büyük bir futbolcu değil, futbol şeytanı idi. 16 yaşında Demirspor’a karşı ilk defa Fenerbahçe formasını giydim. Santrfor oynuyordum. Lefter Abi dört pas attı, ben 4 gol attım. Sonra bana, “Kaybol lan velet ortadan” dedi; kendi de 5 gol attı, maç 9-0 bitti. O dört pas beni futbolcu yaptı. Lefter Abi o zamanlar Fenerbahçe’de fenomendi. Gönlü bir adama ısınmadı ise Lefter Abinin, futbolculuk yetenekleri ne kadar gürül gürül olsa o adamın Fenerbahçe’de oynaması mümkün değildi. Böyle adamları Lefter abi 3-4 maç sonra kesekağıdı gibi buruşturur sahanın dışına atardı.
Oynadığın futbol mu seyrettiğin bugünkü futbol mu seni daha çok heyecanlandırıp keyiflendiriyor?
Üç yıldır maçlara gitmiyorum. Oysa oynadığım yıllar, üç dakika bile futbolsuz kalmadım. Gerisini sen doldur. Çünkü soru bana vergi beyannamesi gibi pek çetrefil geldi.
Günümüz antrenörü ve futbolcusunun kalitesiz futbol üstüne ittifak ettiği bir nokta var. Sahaların kötülüğü… Sen bu fikre katılıyor musun? Senin zamanında sahalar daha mı mükemmeldi?
İyi futbolcu evin damında bile iyi futbol oynar. Fiorentina’da top koştururken bir maçtan sonra dünyanın sayılı otoritelerinden Pozzo, Tutto Sport’ta benim için şöyle yazdı: “Türk Lefter öyle bir dripling şeytanıdır ki, onu avucumun içine alsam orada bile rakibine çalım atar.” Yeniler sahalara laf söyleyip saygısızlık etmesinler. Ben ve benim nesil tarlada oynadı.
Futbol oynarken çapkınlığı fazlaca yaptın mı?
Bir süre bugünün futbolcusunun 15 yılda yapamayacağı hızlılıkta çapkınlık yaptım. Fakat futbol oynarken cumadan itibaren beni İstanbul’da gören olmamıştır. Büyükada’nın havası, balığı, karidesi, istakozu ve pavuryası beni iki günde kendime getirirdi. Bar, pavyon, gece kulübü, içki, sigara yoktu. Kafamın üstünde basık bir tavandan nefret ederim. Büyükada benim futbol hayatımın en büyük kampı idi. Uzun ömürlü oluşumun sırrı Büyükada’da saklıdır.
Fenerbahçe formasını uzun yıllar giymekten ötürü bir gün geldi kanıksadın mı? Daha kestirme bir deyimle. “Öf bee! Artık bu forma benim sırtımı sıktı” dediğin oldu mu?
İnsan kucağındaki 9 aylık yavrusunu betonun üzerine atıp beynini paramparça eder mi? Ben Fenerbahçe formasını sırtımda değil, başımda taşıdım. 40 yaşında idim… Ogün’ü transfer etmişlerdi. Fikret Arıcan’la bir gün açık açık konuştum. “Abi” dedim. “Takım kaptanıyım. Yetenekli bir genç transfer ettiniz. Ben Lefter olarak, ‘Ya ben ya Ogün’ dersem bu gence yazık olur. İzin verin de futbolu bırakayım.” Fikret Abimin bu isteğine cevabı şöyle oldu: “Hayır bırakamazsın. Biz Lefter’siz bir Fenerbahçe’yi tribünlere anlatamayız. 15 bin kişinin Kadıköy’e yürüyüp Fenerbahçe Kulübü’nü yakmasını mı istiyorsun?” Ben Fenerbahçe formasını her zaman “Tanrı uzun ömürler versin” aşkı ve anlayışı içinde giydim.
Samimi konuş… Senin oynadığın Fenerbahçe’de, bugünkü takımdan oynayacak Fenerbahçeli var mı?
Ben Fenerbahçe’ye 1947’de intisap ettim. Alınmasınlar… İkisi de evlâdımdır. Kulakları çok çekilmek şartı ile, Cemil ve Alpaslan o 1948 yılının altın Fenerbahçe kadrosunda oynarlardı.
Oynadığınız futbol yeteneklerinizin tam karşılığı mıydı? En önemli eksiğiniz neydi, bunu neden düzeltmediniz?
İtalya ve Fransa’ya gittikten sonra futbolcu olarak Türkiye’de yanlış büyütüldüğüme inandım. Nice’te oynarken Nice’in ve Fransız Milli Takımı’nın kaptanı Boniface bana şöyle demişti: “Ben 15 antrenör gördüm, bir şey öğrenemedim. Sen Tanrıyı görüp bazı şeyler öğrenmişsin.” Ben de içimden dedim ki: “Tanrı görmek inanan insan için iyidir. Fakat futbolcu için antrenör görmek, Tanrı görmekten çok çok daha iyidir.” Orda kaldı Türk futbolu ve futbolcusu.
Birlikte çalıştığın antrenörlerden veya yerli yabancı futbolculardan neleri çalıp kendi futbolculuğuna monte etti?
Molnar’dan topun futbolcuya esir oluşunu çaldım. Tekniği ve hükmedişi öğrendim. Buna karşılık İtalyan spor hekimleri de benim kalbimdeki tükenmeyen enerjiyi test konusu yaptılar. Bir Fiorentina-Bologna maçındaki saha hamallığımı gören, biri Fiorentina’lı öbürü Milan’lı iki spor hekimi ertesi gün beni muayeneye çağırdı. Kalbime mutlak istirahatte iken baktılar. Sonra 6 katı koşu temposundan inip çıkmamı istediler. Bir tam bitişte bir de dinlenişte iki tespit yapıldı. Kalp atışlarının anormalden normale iniş süresi birbuçuk dakika… “Biz,” dediler. “Yavaşlama ve normale dönme süresi bu kadar çabuk bir yüreğe bir bisikletçi Fausto Coppi’de bir de sende rastladık.”
30 yıl önce değil de, şimdi oynasa idin, kaç yaşına kadar top koştururdun? Ve kaç milyon lira servet yapardın?
Ben 43 yaşında iken hem Bolu’da antrenörlük yapıyordum, hem futbol oynuyordum. Ben ilk lisansımı 15 yaşında Taksim’den aldım. Her yılıma en az 250 bin lira koy ve Facit’e vur: 28 yılda ne yapar?
Türkiye yerine hangi ülkede doğsa idiniz, hangi şöhretli futbolcu kadar şöhret olurdunuz?
İspanya’ya yerleşmiş bir tüccar arkadaşım var. Geçenlerde tatile geldi. İki yavrusu mevcut. Üstlerine yemin etti… “Sen Cruyff’tan büyüksün” dedi. İnanalım mı?
Ben inandım Lefter… Sen ister inanırsın, ister inanmazsın. Hiç hırsından ağladığın maç oldu mu?
Çoook… Futbolda gözyaşı dökmesini bilmeyen insan sevinmesini asla öğrenemez.
Senin top oynadığın devrede ayrı sistem vardı; şimdi başka sistem. Gol atmak senin zamanında mı zordu, yoksa bugün mü? Şimdi oynasa idiniz 30 lig maçında kaç gol atardınız?
Futbolda sistem, taktik, kıyafet yenileniyor da, bir şey yenilenemiyor. Gol atmak sanatı ve golcü adam tipi… Bugünün dünyasında ölüme çare var da, 90 pastan sol üst köşeye vuran adamın golüne çare yok. Biz 1950’de oyunun istikametini değiştirecek çapraz topları daha bol patlatır, günümüzün modası diye tanıtılan ‘verkaç’ları daha da mahir bir trafiğin içine oturturduk. Seyirci bizim futbolumuza sarsılmaz bir inanç ve güvenle bağlı idi. Fenerbahçe Stadı’na formalarımızı kurumak için astığımızda idmanı 4-5 bin kişi gelirdi. Şimdi Fenerbahçe, bazı maçlarda o idman kalabalığını bile toplayamıyor. Metin Oktay kardeşim “Benim özel seyircim vardı” derken yerden göğe kadar haklıdır. Ben Ankara maçlarında bir gün kaldığımız otelden 19 Mayıs Stadı’na araba ile gittiğim maçı hatırlamıyorum. Hep omuzlarda yolculuk etmişimdir…
Futbol hayatınızda hiç hakemi uyutup, gayri nizami gol attığınız oldu mu?
Oldu… Rahmetli Sulhi Garan’ı bir Fenerbahçe-Karagümrük maçında kandırdım. Topu tutmuş ve degaj hazırlığına başlamış Karagümrük kalecisinin hareketinden sonra Sulhi abi yüzünü karşı sahaya dönmüştü. Karagümrük sol beki Doğan’ın yanına gittim. Doğan kolay çıldıran bir mizaca sahipti. Bir-iki söyledim. Doğan bana tekmeyi bastı. Ben, “Aah!” dedim, yerlere yuvarlandım. Seyircinin etkisi ile geriye bakmak lüzumunu hisseden Sulhi abi de, “penaltı!..” dedi. Attım penaltıyı ve maçı 1-0 kazandık.
30 yıl önce dünyaya geldiğine pişman mısın?
Hayır değilim. Esas 30 yıl sonra gözlerimi futbol şampiyonluklarını kaçırmış bir İstanbul’da açsa idim, kahrolurdum..
Sen futbol oynadığın devrede penaltı ustası olarak tarif ediliyordun. Gençlere iyi penaltının formülünü verebilir misin?
Soğukkanlılık, moral, topun efendisi olmak, kaleciyi atış esnasında bit kadar küçük görmek ve topa vururken vücudunu inanılmaz çabuklukta sağa sola çevirmek… Bu formülle milli takımdaki bütün penaltıları ben attım ve gole çevirdim. Yaşlandığımda Fenerbahçe’de penaltı kaçırdım. Çünkü kasıklarımda ağrılar başlamıştı. Vücudumu çok çabuk sağa sola çeviremiyordum…
Fenerbahçe sana 5 yıl yetki verse, her türlü mali imkanı sağlasa, arsadan bulacağın çocuklardan bir Lefter yaratabilir misin?
Bunu teklif ettim. 5 yıl mukavele yapalım dedim. Kırk para da istemiyorum, dedim. Naci Erdem ve Şükrü Ersoy’la üç genç takım kuracaktık. Bak neler çıkarırdık meydana! Fakat teklifi bazı malum kişiler kulak arkasına düşürdüler. Çünkü o saygıdeğer zevat için biz Fenerbahçeli Lefter değil, komünist Lefter’iz… Biz Fenerbahçe’de genç takım kurarsak, örgüt falan kurmuş oluruz. Sırılsıklam iyi niyetli Emin’i de aynı metodlarla yemediler mi?
Bugünkü forvetler neden çok gol kaçırıyorlar? Kafaları mı yok, ayakları mı, yoksa inançları mı?
Golün ana maddeleri şunlardır… Kuvvet, maharet, güven, kalecinin düşünemediği uzak mesafeden sürpriz vuruş… Bugünün futbolcusu tişört taşıyor da, bu özellikleri taşımıyor.
Şimdi rakamlar 1-1.5 milyona fırladı. Sen Türkiye’nin en büyüğü olarak en çok hangi paranın altına imza attın?
Yarısı peşin yarısı bono 80 bin liraya… Faruk Ilgaz galiba yine başkandı. Bonolar pulsuzdu. Sonradan tüccar arkadaşlar gördüler. “Bunları ne yapacaksın, burun mu sileceksin?” dediler.
Senin zamanında Türkiye’nin en büyük futbolcusu kimdi, günümüzde bu ünvanı kime verebilirsin?
Ben futbolda asırlık çınar gibi idim. Tam dört nesil eskittim. Sait Altınordu, Hüsnü, Baba Hakkı ile oynadım. Sonra ben top oynarken henüz dünyaya gözlerini açmamış Nedim ve Selim’le de takım arkadaşı oldum. Dört nesil içinde tek kişiye bu ünvanı veremem. Günümüzde ise Cemil ve Ali Kemal’den bir kokteyl yapmak gerek. Bir meziyet ondan, ötekinden bir meziyet… Yani karma bir adama bu unvanı ancak yakıştırabilirim.
En büyük antikanın hikâyesi de böyle bitti.
Yaz dönemi sebebi ile antikacı dükkanımın kepengini 1 ay süre ile kapatıyorum.
Maliye izin verirse, belki tekrar açarım..