-Bir Batu ANADOLU yazısı-
Mönchengladbach 1970’lerde Alman futboluna dair ne kadar klişe varsa yıktı. Bunun öncülerinden biri de, uzun sarı saçlarıyla hem saha içinde hem de dışında fırtınalar estiren Günter Netzer’di.
Alman futbolu yıllarca sahadaki performans ile değil de daha çok sanayisiyle anılır oldu. Meşhur Alman disiplini sahanın her yerine eşit biçimde yansıyor, oyuncular bir dişlinin parçaları gibi hareket ediyor ve sonuçta da sistem, başarıyı getiriyordu. Tabii bir yandan da bu sistemin elde ettiği başarılar, farklı görüşteki insanların eleştirilerine hedef oluyordu; Bayern Münih ile cisimleştirilen futbol anlayışında para, hakemler ve iktidar da terazinin kefesindeki önemli ağırlıklardı. Nedense göz ardı edilen teknik becerinin yerini alan bu yaklaşım, doğal olarak antitezini de yarattı. 60’lı yılların sonu, 70’li yılların başı göz önüne alındığında “FC Hollywood”un karşısında Mönchengladbach yer alıyordu.
Mönchengladbach, 60’lı yılların ortalarından itibaren teknik direktör Hennes Weisweiler’in öncülüğünde genç oyuncuları takıma kazandırıyordu ama Alman Milli Takımı ile bütünleşen Bayern modelinin tam aksi bir anlayışa sahipti. Weisweiler sert, inatçı ve otoriter bir hoca olmasına karşın oyuncularını bağımsız birer karakter olarak şekillendiriyordu. Saha içi ve saha dışında yeteneklerini sergileyen bu oyuncular, en başta oyundan keyif almaya çalışıyorlardı. Weisweiler’in meşhur sözleriyle “1-0 kaybedeceğime 6-5 kaybederim” görüşü sahaya yansıyordu. Bir süre sonra mağlubiyetle bile nadiren karşılaşan bir takıma dönüştüler. Berti Vogts, Herbert Wimmer, Rainer Bonhof ve Jupp Heynckes gibi oyuncuların katkısıyla Weisweiler’in “devinim” olarak bahsettiği bir oyun yapısı yerleşti. Oyunu tüm yönlere eşit biçimde yayan, toplu hareket eden ve topun en uygun biçimde dağıtılmasını sağlayan bir düzen. Bu nedenle kendilerine “Die Fohlen” (taylar, sıpalar olarak çevrilebilir) isminin takılması tesadüf değildi.
Fakat o tayların arasında bir de inatçı keçi vardı. Weisweiler’in tolere edebileceğindan daha başına buyruk; futbol dışındaki hızlı hayatıyla da dikkat çeken ve sarı saçlarını “yüzünün çirkinliğini örtmek için” uzatan Günter Netzer. Şans bu ya; Netzer, takımın kilit ismi ve bahsi geçen “devinim”in tam merkeziydi. Sahada kas gücünden çok estetik isteyen Weisweiler Michelangelo ise, Netzer onun Davut Heykeli’ydi. Pas yeteneği, top kontrolü ve duran toplardaki tercihleri ile 10 numara tanımının hakkını veren bir oyuncuydu. Belki daha da önemlisi 1970’lerde kabuk değiştiren ve uluslararası alanda tanınmaya başlanan Alman futbolunun iki büyükelçisinden biriydi; diğeri tabii ki Franz Beckenbauer’di. Fakat Netzer, rakibinin tam zıttıydı. Asi tarzı nedeniyle –spor arabalara ve modaya olan ilgisine karşın- Alman solunun idolleştirdiği bir karakter olmuştu, Beckenbauer ise “Kayzer” lakabının hakkını verecek derecede muhafazakardı. Wolfram Pyta, “German Football: A Cultural History” kitabında Netzer’i şu sözlerle tanımlıyordu: “Onun oyun tarzı, ‘Alman futbol değerleri’nden kopuşu işaret ediyordu, saha dışında da konformist bir karakterdi. Entelektüel bir kesim tarafından benimsenmesi, futbolun ülkedeki kapsama alanını da genişletmişti.” Bunun sonucu da aslında tüm asiliğine karşın bir popüler kültür ikonu haline gelmesi ve futbolun “sponsorlu” yıllarında Mönchengladbach’ı spot ışıklarının altına taşıması oldu.
Saha içindeyse Netzer tam bir işkolikti, yeteneğini canı isteyince sergileyen genç futbolculardan biri olmadı asla. Rakip kim olursa olsun, çizgisini sürdürdü. Bu noktada kariyerine damga vuran iki maçtan söz edilebilir. İlki Şampiyon Kulüpler Kupası’nda Inter’e karşı oynadıkları ve Matt Busby’e “Mönchengladbach’ın oynadığı futbolun tedavisi yok, şu an kimse orada maç kazanamaz” sözlerini söyleten müsabaka. Almanlar, Inter’i 7-1 mağlup ederken Netzer biri mükemmel serbest vuruş golü olmak üzere iki kez ağları havalandırdı. Bireysel yeteneklerini takım oyunuyla birleştirmenin en parlak örneklerinden biri olan bu maçın ihtişamı kısa sürdü. Sahaya atılan bir Coca Cola kutusunun Interli Roberto Boninsegna’ya isabet etmesi ile Netzer’in Cruyff ile karşılaşması da hayal oldu. Mönchengladbach tekrar maçında Inter’e 4-2 mağlup oldu fakat 7-1’in tesadüf olmadığını göstermeye devam ettiler; o maçın hemen sonrasında Schalke’yi 7-0 mağlup etmişlerdi.
İkincisi ise 1972-73 Almanya Kupası final maçıydı. Bahsi geçen ilk maçın aksine Netzer, fiziksel açıdan hazır olmadığı gerekçesiyle ilk 11’de değildi. Weisweiler’in onu gözden çıkarması, bir sonraki sezon Real Madrid’de oynaması için güçlü bir neden olmuştu. Milli Takım Teknik Direktörü Helmut Schön ile bu karardan sonra kavga etmesi ve üstüne ani bir şekilde annesini kaybetmesi de olayı travmatik boyutlara taşıdı. Netzer’in cevabı ise daha travmatikti ama tam da onun hikayesine yakışan cinsten: Finalde normal süresi 1-1 biten maçta Christian Kulik’in sakatlanması üzerine Weisweiler’in görüşünü almadan kendi kendini oyuna soktu. Henüz beş dakika sonrasında ise Rainer Bonhof’un mükemmel pasını, ters ayağıyla almış olsa da kaleci Welz’i avlayarak takımını kupaya ulaştırdı. “Hayatımın en mutlu anıydı” dediği o dakikalar, aynı zamanda Mönchengladbach ile ayrılığının da başlangıcı oldu.
Netzer, Real Madrid ile kupa kazanmaya devam etti ama kimse onu Barcelona’ya giden Cruyff kadar konuşmadı. Diğer yandan Mönchengladbach bir süre daha onsuz başarılar kazanmaya devam etti. 1974 Dünya Kupası’nda Wolfgang Overath’ın gölgesinde kaldı ve sadece 20 dakika süre alabildi. Ama Netzer’in başarısı, hiçbir zaman kupalarıyla ya da gol sayısıyla ölçülmedi. “Almanlıktan alamadığı keyfi” başka şeylerden alan, türünün tek örneği futbolculardan biriydi o. Beckenbauer Bayern, Weisweiler Mönchengladbach’tı. Netzer ise sadece Netzer.