Sao Paulo’da 1946 yılında doğan erkek çocuklarının tıpkı günümüzdeki gibi futbolcu olma olasılığı epeyce güçlüydü. O çocukların arasından biri futbolcu olmakla yetinmedi, futbolunu sanata dönüştürdü.
Adı Rivelino oldu. Bu ismi hem Corinthians tarihine hem de Brezilya Milli Takımı tarihine geçirmeyi başardı. Üstelik kimilerine göre Pele’den, Zico’dan daha büyüktü, daha efsaneviydi. Dedik ya; sanatçıydı.
Corinthians’ın on numaralı formasıyla yaptığı bir hareket, bir çalım, bir adam eksiltme biçimi; adına ister “elastico” deyin ister “flip – flap” stadyumda Rivelino’yu izleyen taraftarlara “an-ı şahane”lerin onlarcasını yaşattı. Her şeyden önce Rivelino hızlıydı. Hem süratle koşar hem de çabuk düşünür, sahada en akıllıca olanı yapmayı hiç düşünmüyormuş, içgüdüsel olarak yapıyormuş gibi yansıtırdı. Futbol tarihinin en iyi frikikçilerinden biri olarak gösterildi daima. Harika kullandığı sol ayağını sadece gol ve çalım atmak için değil öldürücü paslar için de devreye sokardı. Sol ayak demişken, o ayakla yaptıklarının bir sınırı yoktu. Ama en estetiği, en hayranlık uyandıranı, en sanatsal kaygılarla yapılmış olanı hiç kuşkusuz flip – flap idi. Topu sol ayağının içine doğru, kendisinden daha çok rakibe yakın tutardı. Sonra sanki Dostoyevski kalemi eline alır, Picasso tuvalinin başına geçer, Jimi Hendrix gitarını kucaklardı; rakibinin hamle yapmaya yeltendiğini hissettiği an topu önce ayağının içiyle rakibinin soluna doğru çeker, ardından ani ve mucizevi bir bilek hareketiyle topu ayağının dışına alıp rakibinin sağından rüzgar gibi geçerdi. Bunun tam tersini, topu ayağının dış yüzünde tutup önce uzağa doğru itip sonra birdenbire içe doğru çekip kendisini tutmak üzere gelen ve genelde bek oynayan oyuncuyu oynadığı bek pozisyonuna çivileyerek uzaklaşırdı. Uzaklaşırken duyduğu sesler gerçekten kırılan bellerin mi sesiydi, yoksa topu kaptığını zanneden oyuncunun kırılan umutları mıydı, kim bilir.
Rivelino bu çalımı durup bekleyip de attı, topla son sürat koşarken de. Dünya Kupası’nda da attı, Brezilya Ligi’nde de. Onlarca kez yaptı, binlerce hayranı oldu. İzlemekle kalmayıp futbolu oynamaya çalışanların hepsi denedi “elastico” yapmayı. Rivelino’yu idol seçip, onun gibi olmayı isteyen genç futbolcular yetişti. Hepsi de bu hareketin meraklısı olarak büyüdü. Ronaldo Lima’lar, Ronaldinho’lar, İbrahimoviç’ler, ustaya saygı duruşu babında yapmadan geçmediler bu hareketi. İlham veren flip – flap, futbol tanrılarının inananlar için kullandığı bir sembole dönüştü.
Rivelino’nun sanatçılığına, sanatına diyecek yok. Ama her sanatçının başına gelen onun da başına geliyor: telif hakkı meselesi. Aslında tamamen dürüst bir insan olduğu için konuyu kendisi açıyor, kimse sormuyor, kendisi söylüyor: “Flip – flap’ı ben yaratmadım, bir Japon’dan öğrendim.” Önce inanmıyor kimse bir Japon’un bir Brezilyalıya top cambazlığı öğretebileceğine. Sakin sakin anlatıyor Rivelino flip – flap’ın yaratıcısı Japon futbolcu Sergio Echigo’yu. 2. Dünya Savaşı sonrası göç etmek zorunda kalan Japon halkının yerleştiği en büyük ikinci koloni Brezilya’da Sao Paulo’da inşa ediliyor. Rivelino’dan bir yıl kadar önce orada doğan bir erkek çocuğuna Latin isim Sergio adı bu yüzden veriliyor. Genlerinde Brezilyalılar kadar baskın olmasa da bulunduğu ortam, çocukların bu ortamda ilgi duydukları meşgaleler etkisiyle futbolcu olma olasılığı artıyor ve çok geçmeden Corinthians formasını giyiyor. Böylelikle on numaralı Rivelino’nun orta sahada oynayan takım arkadaşı bir Japon oluyor.
Bir antrenman anında Sergio’nun havadan gelen bir topu kontrol ettikten sonra flip – flap yaptığını gören Rivelino, tıpkı bu hareketi kendisi yaptığında tribünde apışıp kalanlar gibi kalıyor. Antrenmanın sonunda soluğu merak ve kıskançlıkla Echigo’nun yanında alıp; “O yaptığın şey de neydi öyle?” diye soruyor. Japon hiç gücenmeden tüm ayrıntılarıyla flip – flap’ı nasıl yaptığını ve Rivelino’nun nasıl yapabileceğini anlatıyor. Yani eserin telif hakkını gönüllülükle bağışlıyor. Hatta yıllar sonra Rivelino’ya “Flip – flap’ı ben yarattım ama onu sen mükemmelleştirdin.” diyor.
Atom bombalarının düştüğü, keşke yaşanmasıydı denen berbat bir an; bir Japon’un bir Brezilyalıya top cambazlığı öğrettiği bir an-ı şahaneye dönüşüyor, ama bu güzellik bile dünyayı ne yazık ki kurtarmıyor.