– Bir Batu ANADOLU yazısı –
Budapeşte’de yer alan bir açık hava müzesidir Memento Park. Macaristan’ın komünist dönemden kalan heykellerinin sergilendiği bu müze, ülkenin hafızasını içinde barındırır. Bugün bakıldığında o ihtişamlı heykeller bağlamlarından kopmuş birer taş yığını olarak görünürler. Acıyla yoğrulan bu topraklar için anlaşılır bir durum. Fakat geçmişte yaşanmış öyle anlar vardır ki olumlu olsalar bile ilginç bir şekilde hafızadan silinmişlerdir ya da hatırlansalar bile sanki yüzyıllarca önce yaşanmış hissi verirler. On milyonluk bu ülke için 25 Kasım 1953 tarihinde atılan bir çalım da belli belirsiz hatırlanır.
İkinci Dünya Savaşı’nın kaosundan Sovyet kanatları altında çıkan Macaristan’da özgürlüğün getirdiği iyimser rüzgarlar eserken yeşil sahalarda da yirmili yaşlarının başında bir genç fırtına gibi esmektedir. Hem Kispest takımında hem de Milli takım’da attığı gollerle dikkatleri çeken Ferenc Puskas isimli bu gencin hayatı bir gecede değişir. Savunma Bakanlığı, Kispest takımına el koyar ve adını Honved yaparak ordu takımı haline getirir. Bu planın büyük bir destekçisi olan Macaristan’ın yeni teknik direktörü Gustave Szebes’in en büyük hedefi; sosyalist idealler ışığında oynayacak bir milli takım kurmaktır: Topu paylaşan, herkesin eşit ölçüde koştuğu ve bir arada hareket ettiği; Marton Bukovi’nin keşfi olan WW (2-3-3-2) sistemi. Ferenc Puskas’ın babasının çalıştırdığı Honved, bu hedeflerle Macaristan’ın en iyi oyuncularını tatlı sert yöntemlerle toplarken; Puskas da binbaşı rütbesine terfi eder. Ya da sonra alacağı isimle “Dört nala Binbaşı.”
Dört yıl sonra Szebes’in Macaristan’ı binbaşıyla birlikte yenilmez bir armadaya dönüşür. Yirmi dört maç üst üste kazanan, 1952’de Olimpiyat şampiyonluğunu elde eden “Altın Takım” rüştünü ispat etmiştir etmesine ama hala simgesel bir güce sahip değildir. Altın Takım’ın sosyalist WW taktiğinin meşru güce kavuşması için en büyük muhafazakar kaleyi yıkması gerekmektedir: İngiltere.
Tarihler 25 Kasım 1953’ü gösterdiğinde İngilizler için her şey oldukça basit görünmektedir. Sahaya terlikleriyle çıkan bu Orta Avrupa ülkesinin oyuncularının doğru düzgün ekipmanları bile yoktur. O günlerde genç bir adam olan Bobby Robson’ın da dediği gibi, tarihinde Britanya dışından gelen hiçbir takıma kendi evinde kaybetmeyen bu takım için tek sorun “dört gol mü yoksa beş gol mü” atılacağıdır. Ama Szebes’in “Wembley’de kazanırsak isimlerimiz efsane haline gelir” sözüyle motive ettiği binbaşı ve saha arkadaşları için meydanda konuşma zamanı gelmiştir.
Henüz ilk düdükle rakip kaleye akın eden Macarlar ilk dakikada Hidegkuti’nin ayağından golü bulurlar. On dakika sonra skor eşitlense de bundan yedi dakika sonra Hidegkuti tekrar rakip fileleri havalandırır. Forvet arkası orta sahanın öncüsü olan Macar oyuncu rakibin kafasını o kadar karıştırmıştır ki Macarların asıl forveti kendisini yirmi beş dakika boyunca saklayabilmiştir. Ama artık sahne ışıkları onun üzerine döner.
Orta sahada topla buluşan “Cucu” lakaplı Bozsik topu Hidegkuti’ye gönderir. Dokuz numaralı formasıyla kendisini forvet oyuncusu sanan Üç İngiliz’in markajındaki joker oyuncu, topu bir anda sağ kanata yerleşen Budai’ye geri atar. Sağ görüşlü ve ulusalcı bir kulüp olan Ferencvaros’ta yıldızlaşan oyuncu, Ferencvaros geleneğini bu kanatta sürdürmeye kararlıdır. Önündeki Bill Eckersley’nin ağır kalmasıyla topu Czibor’la buluşturur. Bütün bu baş döndürücü pas trafiği beş saniye sürmüş, bu süreçte altı İngiliz oyuncu oyundan düşmüştür. Sağ kanatta bomboş ceza sahası çizgisine inen Czibor’un karşısına tecrübeli savunma oyuncusu Alf Ramsey çıkar. Ramsey, Czibor’un ceza sahasına gireceğini düşünür ve bir an için duraklar. Fakat son milli maçını oynadığından habersiz olan yaşlı kurt yanılmıştır. Czibor belki de Csepel’den Honved’e geçişinden daha kısa bir sürede topu Puskas’la buluşturmuştur. O an İngilizler rahat bir nefes alırlar çünkü altı pas çizgisinde topla buluşan binbaşının icabına bakmak için Billy Wright gelmiştir. “Orduya hizmet eden oyuncular bizi tüfekle mi yenecekler” sözünün sahibi olan kaptan için topu almak çocuk oyuncağıdır. Ama bilinmez ki Puskas için efsane olmak bir çocuk oyuncağıdır. Czibor’un pasını sağ ayağıyla durduran binbaşı, sol ayağıyla topu geriye çekerken Wright bilinmezliğe doğru kayarak önünden geçer. Ya da Times gazetesinde yazdığı gibi “Wright yanlış ateşe giden bir itfaiye arabası gibidir.” Wright’ı ekarte eden binbaşı topu hiç bekletmeden ölümcül sol ayağıyla Birmingham efsanesi Gil Merrick’in kapattığı sol köşeden ağlara gönderirken Wright yerden henüz kalkmıştır. Tecrübeli savunma oyuncusu yıllar sonra “pozisyonu her izlediğimde ne kadar ezilsem de gole olan hayranlığım azalmış değil” diyerek rakibinin hakkını teslim eder.
Sonrası çorap söküğü gibi gelir. İngilizlerin dış dünyaya kapalı sistemi yüz beş bin İngiliz’in gözü önünde imha edilirken Altın Takım, günümüz tabiriyle “marka” değerini elde eder. Maçı 6-3 kaybeden İngiltere ise taktik ve antrenman alışkanlarını değiştirme yoluna giderek belki de on üç yıl sonra kazanacağı Dünya Kupası için ilk temelleri atmış olur.
Bugün Macaristan komünist dönem hafızasını iyi ve kötü yönleriyle Memento Park’a hapsetmiş durumda. Macaristan için futbolun da bilinçdışına itildiği söylenebilir. Öyle ki bugün “Altın Takım”ın şöhreti halktan çok turistler için daha büyük bir heyecan kaynağı. Son yıllarda Macar futbolundaki hareketlenme belki de bu kolektif hafızasızlığa bir çalım atacak ve Szebes ile Puskas’ın idealleri o topraklarda yeniden canlanacak.
NOT: İşte o meşhur çalım şurada.