“İnsan sevdiğini öldürürmüş…”
Geçtiğimiz haftalarda, Osman Sınav’ın yönettiği ‘Uzun Hikaye’ filmi sinema perdesindeki yerini aldı. Mustafa Kutlu’nun aynı adlı eserinden uyarlanan ve başrollerini Kenan İmirzaoğlu, Altan Erkekli, Güven Kıraç, Zafer Algöz ve Tuğçe Kazaz’ın paylaştığı film, ufacık bir çocukken dedesiyle Bulgaristan’dan Eyüp’e göç eden Ali’nin hayatını konu ediniyor. 1940’lı yıllarda başlayan, 70’li yıllara kadar süren hüzünlü, neşeli, heyecanlı ama uzun bir hikaye… Tıpkı uzak topraklardaki Torinolu Attilo Romeno’nun hikayesi gibi.
Onun öyküsü de 1940’lı yılların ikinci yarısından başlayarak 2000’li yıllara kadar uzanır. Hayatı yer yer hüzünlü, yer yer neşeli, yer yer ise heyecanlı bir film gibidir. Ölüm de dahil olmak üzere fazlasıyla hayatın kendisidir.
Attilio Romero, 19 Nisan 1948 yılında entelektüel bir ailenin çocuğu olarak Torino’da dünyaya geldi. Genç yaşında bir dram onu bekliyordu…
Büyüdükçe futbolu sevmeye başladı. O dönemde Sandro Mazzola, Gianni Rivera and Gigi Riva İtalya’da, George Best, Pele ve Eusébio dünyanın çeşitli yerlerinde futbollarıyla göz dolduruyorlardı.
Fanatik bir Torino taraftarı oldu Romero. Odasının duvarlarında Torino posterleri vardı. En çok da takımın genç ve yeni yıldızı Gigi Meroni’yi severdi. 24 yaşındaki hücum oyuncusu, Torino taraftarlarının gözünde o hazin kazadan sonraki yeni takımın yıldız adayıydı. Bazıları onu dönemdaşı George Best’e benzetirdi. Onlara göre ikisinin oyun tarzı neredeyse aynıydı.
Torino takımı 1940’lı yılların fırtına takımıydı. O dönemdeki adıyla Il Grande Torino yani ‘Büyük Torino’, ligde dört sene üst üste şampiyonluk kazanmıştı, beşincisine de kalecinin kale çizgisine yakın olduğu kadar yakındı.
Bacigalupa, Ballarin, Maroso, Grezar, Rigamonti, Catigliano, Menti, Loik, Gabetto, Mazzola ve Ossala’lı takımın oynadıkları futbol çalıma dayalı Brezilya tarzı ile Hollanda’nın total futbolunun karışımı bir hücum futboluydu. Oysa Brezilya’nın o futbolu oynamasına daha 10 yıl, Portakallar’ın ise total futbolu oynamasına 20 yıl vardı.
4 Mayıs 1949 yılında o talihsiz uçak kazası oldu. Benfica ile oynadıkları Xico Ferreira’in Benfica’ya veda/Torino’ya merhaba maçından dönen takımının uçağı Torino yakınlarındaki Superga tepesine çarptı. Oyuncuların, antrenörlerin, yöneticilerin neredeyse hepsi öldü. Böylece o gün, bir devrin sonu oldu. Torino’nun tekrar toparlanması uzun zaman alacaktı.
Torino’nun yeniden toparlanma yıllarıyla büyüyen Romero, artık 19 yaşındaydı. Her maçta takımını tribünden takip ediyordu. Duvarında asılı duran ilahı Gigi Meroni’yi canlı izliyor, hatta maçlara onun saç şeklini taklit ederek gidiyordu.
Romero, her zamanki gibi 15 Ekim 1967 tarihindeki Sampdoria maçında da yerini aldı, takımını destekledi. O gün Torino, eski günlerini hatırlatırcasına oynadı ve maçı 4-2 kazandı. Meroni gol atamadı ama taraftarlarına güzel bir futbol sundu. Tribündeki Romero’nun da yüzü gülüyordu.
Maçtan saatler sonra Torino’nun yıldızı Meroni, takım arkadaşı Fabrizio Poletti ile dışarı çıktı. Kız arkadaşlarıyla yemekte buluşup zaferi kutlayacaklardı. Bir restoranın önüne arabayı park etti Meroni. Karşıdan karşıya geçerken birden olanlar oldu. Torino’nun yıldızına FIAT 124 Coupe bir araba çarptı. Havaya savrulan Meroni’ye akabinde bir araba daha çarptı. Kazaya tanıklık edenleri ve tarihi tatsız bir sürpriz bekliyordu. Meroni’ye ilk çarpan arabanın içinden onun resimleri çıkıyor, direksiyon koltuğunda tanıdık biri yani Atillio Romero oturuyordu. O gün bir insan, sevdiğini öldürüyordu.
Meroni’nin cenazesi kalabalıktı, tüm sevenleri oradaydı. Onun en büyük hayranlarından biri olan Atillio Romero hariç. Kazadan dolayı gözetim altında tutulan Romero, ikinci arabanın sürücüsüyle birlikte çıkarılan mahkemede serbest bırakıldı. Serbest kalmıştı kalmasına ama suçluluk duygusu sürekli onu en karanlık zindanlara götürüyordu.
Bu arada Meroni’nin ölümünden sonra Torino ilk maçını Juventus ile oynadı. Maçı 4-0 alan Torino’nun oyuncularından Nestor Combin golleri Meroni’ye ithaf etti. Tabii Juventus taraftarları maçın ardından sinirlerini Meroni’nin mezarından çıkardı. İki takım arasında 1906’da başlayan Derby della Mole, 1967’deki bu olayla başka bir yola girdi. O gün bugündür de bu derbi şiddet olaylarıyla anılır oldu.
Hikaye burada bitmedi… Hani hayat ne olursa olsun akıp gider ya, işte o kazadan sonra Romero’nunki de aktı. Önce üniversiteye gitti, ardından -kaderin bir başka cilvesine bakın ki- FIAT‘ın basın ofisinde işe başladı. Romero, sanki geçmişini unutmak istiyorcasına işe dört elle sarılıyor ve hızla yükseliyordu. Şirket içinde CEO Gianni Agnelli’nin sözcülüğü de dahil olmak üzere birçok üst düzeyde görev aldı.
2000 yılında beklenmedik bir şey oldu. Romero, çocukluğundan beri o çok sevdiği takımının yani Torino’nun başkanı oldu. Takımını birinci ligte kalıcı tutmak ve bir nevi geçmişe borçunu ödemek için beş yıl durmadan çalıştı. Ama Torino taraftarlarının ona sürekli olarak maçlarda “katil” diye tezahürat etmesini engelleyemedi.
2005’te Romero başkanlığı bırakıyor ve Tuttosport gazetesine verdiği röportajda kaza için herkesten özür diliyordu. O röportajdan 3 yıl sonra yani 2008’de Romero’nun yolu cezaevine düştü. Mahkeme onu Torino başkanlığı yaptığı sürede yolsuzluk yaptığına hükmetmişti. 2 yıl 8 ay içeride yattı.
Uzun bir roman gibi bir hayattan sonra gelin son sözü ünlü ozanımız Aşık Veysel’e bırakalım:
“Şaşar Veysel bu ne haldir.
Hakikat de hep hayaldir,
Hayat film misalidir.
İşler güçler hep sinema.”