-Bir Alp ULAGAY yazısı-
Dile kolay 23 yıldan fazla geçmiş aradan. Başka bir Dünya Kupası’nın eşiğine geldik bile ama 1990’da İtalya’da düzenlenen kupa belleğimde hâlâ sıkı bir yere sahip. Maçları, oyuncuları, hatta golleri dün gibi hatırlıyorum, ilk 11’leri bir çırpıda sayıveriyorum.
Ama bu tutkumun sebebi açık: O kupada oynanan harika futbol veya atılan müthiş goller değil, futbola duyduğum müthiş tutku. Tam futbolla yattıp kalktığım yıllar. Yaş 13. O zamanın üç kanallı Türkiye’sinde hiçbir maçı kaçırmıyorum. İnternet henüz halka açılmamış. Ben de başta Panini çıkartmaları olmak üzere beslenebileceğim her yoldan emiyorum futbolu. Hele o yaz Dünya Kupası varsa demek ki 52 maçın hemen hepsi izlenecek ve belleğe kaydedilecek. Yıllar sonra anlatılmak üzere tabii…
İtalya’yla Türkiye’nin saat farkı birle sınırlı olduğundan maçları akşam makul saatlerde izleyebiliyoruz. Haziran ayında okul da tatil olmuş zaten. Tam anlamıyla futbolun keyfini sürüyorum. Ama turnuva öyle pek de aman aman geçmiyor. Brezilya tarihin en sıkıcı takımlarından biriyle kupada. Almanya çok iyi, makine düzeninde oynayıp şampiyonluğa gidiyor. Ama fantezisi pek az. İngiltere hep bildiğiniz gibi, oflaya puflaya oynuyor. Hollanda büyük hayal kırıklığı. İtalya’da da ev sahipliğinin getirdiği stres var.
Biraz renk istiyorsak kaldık mı küçük takımlara! Bunlardan da herhalde en renklisi Kamerun. Sekiz yıl önceki kupada üç beraberlik alıp averajla elenirken dikkat çekmişler ama asıl sürprizi İtalya 90’a saklamışlar. Daha ilk maçta önceki şampiyon Arjantin’i hem de 9 kişiyle yenince gözler onlara dönüyor: “Acaba Afrika bu kez beklenen patlamayı yapacak mı?”
Üzerine bir de Romanya galibiyeti gelince Kamerun son grup maçını oynamadan ikinci turu garantiliyor. Bu arada 38 yaşındaki Roger Milla’nın yedekten gelip iki gol atması onlara sempatiyi daha da artırıyor. Türk basını ve futbolseveri zaten mazlumu ya da artistik oynayanı sever. Duygusal bağ iki maçta kuruluveriyor ‘Boyun Eğmeyen Aslanlar’ ile Türk insanı arasında.
Bu iki maçla bitmiyor Dünya Kupası serüvenleri. İkinci turda bir başka eğlenceli takım Kolombiya’yı yine Milla’nın iki golüyle yenip dünya kupaları tarihinde çeyrek finale yükselen ilk Afrika takımı oluveriyor Kamerun.
Ve kapıya dayanıyor İngiltere’yle oynanacak çeyrek final maçı. İngiltere zaten dünyada holiganizmle mimlenmiş, antipati şampiyonu olmuş. Hatta İngiliz taraftarları izole etmek için organizasyon komitesi grup maçlarını Sicilya’da oynatmış. Her daim olay çıkartmaya hazır bir kitle onlarla beraber ilerliyor. En azından medyanın bize yansıttığı böyle…
Türkiye açısından daha da trajik bir durum söz konusu: Önceki beş yılda Türkiye, İngiltere’ye üç kez yenilmiş. Hem de ne yenilmek! İki maç 8-0, biri de 5-0 bitmiş. Yani Türkiye’nin ayrı bir antipatisi de var Adalılara.
O yıl artık kim uygulamaya geçirmişse, İstanbul’da zaman zaman yaz konserlerinin de düzenlendiği Rumelihisarı’nda, dev ekranda Dünya Kupası maçları da yayınlanıyor. Öyle bedavadan değil, tam da konser izler gibi: Biletli ve paralı. Babam da bir kıyak yapıyor ve iki bilet alıyor Kamerun-İngiltere maçı akşamına. Hem futbol hem dev ekran hem tarihi dekor… Başka ne ister futbol delisi bir ergen?
Sıcak bir yaz akşamı hisarın avlusundaki tahta tribünlere kuruluyoruz. Bir mini satdyum atmosferi oluşmuş bile. Daha ilk dakikalardan da işin rengi anlaşılıyor. Seyircinin büyük bölümü Türk ve tamamına yakını da Kamerun yanlısı. Kamerun ataklarında heyecan artıyor. “Hadi!” nidaları yükseliyor. Ama ilk golü İngiltere atıyor. Biz de o zaman anlıyoruz en alt tribünde yedi-sekiz İngilizin oturduğunu. Tabii ki seviniyorlar gole. İkinci yarıda önceki her maçta olduğu gibi Roger Milla giriyor oyuna. Maça da seyirciye de heyecan geliyor. Kamerun gerçekten de onun oyuna girmesiyle kimlik değiştiriyor sahada. Milla bir penaltı yaptırıyor, bir de gol pası veriyor. 2-1 öne geçiyorlar. Rumelihisarı coşmuş durumda, hepimiz ayakta kutluyoruz golleri, hemen Kamerun tezahüratları başlıyor. Türkiye 1954’ten beri Dünya Kupası’nda yok, varsın olsun, biz de yerine Kamerun için seviniriz öyle değil mi? Ben de umutlanıyorum, “galiba Aslanları yarı finale göndereceğiz”.
Derken, bitime dakikalar kala bu kez İngiltere penaltı kazanıyor. İngiliz golcü Gary Lineker soğukkanlı geliyor, topu filelere yolluyor. Maç uzatmaya kalıyor. Uzatmada İngiltere’nin daha etkili oynadığı aşikâr. Penaltı meraklısı Meksikalı hakem Codesal maçta üçüncü kez ceza alanındaki beyaz noktayı gösteriyor. Ve yine İngiltere lehine… “Nolur kurtarsın kaleci N’kono!” diyorum içimden. Ama yok Lineker yine rahat atıyor. Öndeki İngilizler seviniyor. Seyircinin geri kalanı sus pus. Buraya kadar getirip verilir mi bu maç!
Bitiş düdüğü çalınca İngilizler çember yapıp hoplaya zıplaya seviniyor bu sefer. Biz kös kös çıkıyoruz. Keşke Kamerun çıksaydı yarı finale. Milla’yı bir kere daha izleyemeyeceğimize de üzülüyoruz. İki maç daha oynasa belki gol kralı bile olacaktı. Boğaz kıyısında eve doğru yürürken bir kez daha geçiriyorum içimden: Ah Kamerun vah Kamerun!