Kupanın iki yıldızı 57. dakikada karşı karşıya gelmişti. Bu dakikada sonra birisi kahraman, diğeri de suçlu olarak hatırlanacaktı…
Ortaya çıkışı tarih öncesi devirlere dayanan ‘Sihirli Kare’(Carre Magique), toplumlar tarafından, mühendislik, astroloji hatta felsefe ve psikoloji gibi insan davranışını inceleyen disiplinlerde dahi sıklıkla kullanılmış ve farklı anlamlar yüklenmiş bir matematik büyüsüdür. Milattan sonra 1984 ise bu büyünün yeşil sahalarda kullanıldığı yıl olmuştur.
1982 Dünya Kupası’nı Brezilya ile beraber ‘Gönüllerin Şampiyonu’ unvanıyla bitiren Fransa ve antrenör Michel Hidalgo, ev sahibi oldukları 1984 Avrupa Futbol Şampiyonası için iddialıdır. 1980’de değişen statü gereği eleme oynamadan şampiyonaya katılacak olan Fransa, hemen hemen 1982’deki kadro ile turnuvada boy gösterecektir. Yaşlanan Gerard Javion ve Marius Tresor, yaş haddinden emekli edilirken, ‘Aşk-ı Memnu’lara dalan Jean Francois Larios‘nun sürgün cezası daha bitmemiştir. -1982 yazında yaşanan o olaydan sonra milli formayı bir daha da göremeyecektir zaten- Kadroya yeni dahil olan oyunculardan Auxerre’li Jean-Marc Ferreri, parlamaya aday yıldız kontenjanını doldurmuş durumdadır. Ferreri’nin seyirciyi heyecanlandıran stili ve gole dönük oyun tarzına rağmen, hem Fransa milli takımı hem de dünya futbolu adına parlayacak yıldız ise ‘düz’ oyuncu Luiz Fernandez olacaktır. 1982’nin as oyuncularından biri olan Bernard Genghini’yi kulübeye çeken Michel Hidalgo, Paris Saint – Germain’in orta saha oyuncusu Fernandez’i ilk 11’e monte ederek, oyun içinde 3-5-2 ve 4-4-2 geçişleri olan sisteminin temellerini atmıştır. Bu hamle dünya futbolu için ise milat olarak görülmektedir, öyle ki Fernandez, Tigana, Giresse ve Platini’nin yer aldığı orta saha, kısaca ‘Caree Magique’(Sihirli Kare) olarak adlandırılacaktır.
Grubu üç maçta üç galibiyetle lider bitiren Fransa, Carre Magique’in de etkisiyle oynadığı akıcı futbol ile göz doldurur. Nitekim 23 Haziran tarihinde Portekiz ile oynanan efsane yarı final maçını 3-2 kazanarak finaldeki rakibini beklemeye koyulurlar. Cezayir asıllı bir genç ise bu başarıların daha büyüğünü yaşayacağından ve yaşatacağından habersiz, idolü Platini’nin büyük zaferini 12.doğum günüyle birleştirmenin keyfini çıkartmaktadır o gece.
Yarı finalin diğer maçı ise, 12-1’lik Malta zaferi(!) ile Hollanda’yı saf dışı bırakarak turnuvaya katılan İspanya ve Sepp Piontek’in Lerby’li, Elkjaer’li, Laudrup’lu, Simonsen’li Danimarkası arasında 24 Haziran’da oynanır. Grup aşamasında Federal Almanya maçının 90. dakikasında atılan golle son anda tur kapısını açan İspanya, umut vaat eden Danimarka karşısında epeyce zorlanır. Bütün Danimarka atakları Real Sociedad’ın ‘Ahtapot’ lakaplı kalecisi Luis Arconada’nın ellerinde erirken, 1-1 biten normal süre beyaz noktanın ya da bir başka deyişle ani ölümün yolunu göstermiştir. Federal Almanya maçında Klaus Allofs, Rudi Völler ve Karl Heinz Rummenige’ye gol izni vermeyerek yarı finalin en büyük pay sahibi Arconada, bu maçta da muhteşem kurtarışlar yaparak maçı penaltılara taşır. Penaltı atışlarında ise kurtardığı Michael Laudrup’un vuruşu, sanki ‘yeter’ artık diyen İngiliz hakem George Courtney tarafından tekrarlanır. Ama gün, Arconada ve İspanya’nın günüdür. Yırtıcı forvet türünün ilk örneklerinden Preben Elkjaer’in penaltı vuruşunu Lyon semalarına göndermesiyle finalin adı belli olur: Fransa – İspanya.
27 Haziran tarihli finalin antrenörler açısından da önemi büyüktür. Bir tarafta hem oyuncu hem antrenör olarak Şampiyon Kulüpler Kupası kazanan tek futbol adamı olan Miguel Munoz (1992’de Johan Cruyff kazanana dek), diğer tarafta ise 1956 Şampiyon Kulüpler Kupası Finali’nde Stade de Reims formasıyla Munoz’lu Real Madrid’e golü olan Michel Hidalgo, 28 yıl sonra yine bir final maçında karşılaşmanın heyecanını yaşamaktadırlar. Parc des Princes stadını dolduran halkının desteğini alan Fransa, spor tarihinin ilk takım şampiyonluğunu yaşamanın peşindedir. Fakat karşılaşma başladıktan sonra hayal kırıklığı yaşanır. Belki de stres nedeniyle tutuk oynayan Fransa ve gol ümidi Santillana’nın Fransız savunması arasında erimesini seyreden İspanya, izleyenlere ‘bu maçta gol çıkmaz’ dedirtir. Ta ki o an gelene kadar…
Dakikalar 57’yi gösterirken Platini’nin pasına hareketlenmeye çalışan Bernard Lacombe, Salva’nın müdahalesiyle kendini yerde bulur, daha doğrusu yere bırakır. Çekoslovak hakem Vojtech Christov’un serbest vuruş kararına itirazlar sürerken, topun başına geçen Platini’nin yeni bir ‘ölü yaprak vuruşu’ yapacağından emin olan Fransızlar golü kutlamaya başlamıştır bile. Fakat Platini öyle bir vuruş yapar ki oynanan futboldan daha büyük bir hayal kırıklığına sürükler tüm Fransa’yı. Kaleci Arconada belki de antrenmanlarda bile bu kadar üzerine gelmeyen topu rahatlıkla kontrol eder ya da kontrol ettiğini düşünür. Kontrolünden çıkan top, ‘topun canı vardır’ kelamına uygun bir hareketle çizgiyi geçer. İspanya’nın kaptanı ve yıldızı, Fransızların kaptanı ve yıldızına yenilmiştir. Arconada’nın bu hatasının turnuvanın kahramanı olmasını unutturacağı aşikârdır. Bellone’nun 90. dakikada kusursuz pasör Tigana’nın pasını alarak attığı şık gol, sadece Fransa’nın galibiyetini perçinlerken, hikaye çoktan yazılmıştır. ‘Fransa’da mükemmel oyuncuydu ama İtalya’da kazanan olmayı öğrendi’ denilen Platini, Juventus ile kazandığı Kupa Galipleri Kupası ve Scudetto zaferlerinin ertesinde, attığı 9 golle Fransa’ya kupayı getirirken, futbol tarihine altın harflerle ismini yazdırır. En az onun kadar müthiş bir turnuva çıkartan Arconada ise o şanssız 57.dakika ile anılacaktır hayatı boyunca.
Bir başka deyişle, turnuvanın yıldızı Platini’nin maç içindeki hataları, Caree Magique’in marifetli oyunuyla unutulurken; Arconada, mevkisinin zalimliğine kurban edilmişçesine tek başına mücadele etmiştir topun çizgiyi geçmemesi için…