Büyük başarılar ve ardından yaşanan çöküşlerle geçen 103 yılın kısa hikâyesi. Yazıyı okuyan yeni nesil Dortmund severlerin, ‘Ben miyim bu şarkıdaki satırlarım?’ dediğini duyar gibiyim…
Lars Ricken, Hayrettin misali kalesini terk etmiş Angelo Peruzzi’nin üstünden topu aşırtmıştı. Top kaleye doğru süzüldüğü an, sahadaki Dortmundlular kupayı kutlamaya başladı. Skor 3-1 olmak üzereydi… Marsilya sürprizi ile başlayan Şampiyonlar Ligi, dört yıl sonra yine bir sürprize tanıklık etmemize vesile oluyordu. Avrupa’nın o zamanki en güçlü takımı olan Juventus, Hitzfeld’in mucizesine boyun eğerken; Hitzfeld, ben ve benim gibi çaylak futbol severlere açık öğretim ayarında futbol dersi veriyordu.
Borussia Dortmund, 88 yıllık tarihinin en büyük başarısına imza atıyordu. Sammer, Möller, Reuter ve Riedle gibi yıldızlara sahip takım, henüz birkaç yıl evvel büyük zorluklarla boğuşurken, 90’ların başında takımın başına geçen Ottmar Hitzfeld’le kaderin ördüğü ağları tek tek sökmesini bilmişti. Bu, kaderin ağları ve Dortmund’un ilk karşılaşması değildi aslında. 1909’de kurulan kulübün büyüsü belki de buydu: ‘Her düşüşten sonra ayağa kalkmak’.
Dortmund’un 1909 yılındaki kuruluşu aslında bir baş kaldırıdır. Kilise kısıtlamalarından kurtulmak adına, Zum Wildschütz adlı barda ilk temelleri atılır futbol takımının. Belki de barda kurulması nedeniyle Borussia Bira Fabrikası’ndan esinlenirler isim bulma faslında. İlk yıllarında mavi-beyaz çizgili formaları, siyah şortları ve kırmızı kuşaklarıyla sahalarda arz-ı endam ederler.1913 yılında ise günümüzün renklerine bürünür forma renkleri: Sarı-siyah. Sarı siyah formayla yerel liglerde esmeye başlayan fırtına, 1929’da ilerleyen yıllarda sık sık karşılaşacağı krizlerin ilkiyle tanışır. Yaşanan mali sorun nedeniyle oyuncularını kaybeden takımı kurtaran cebindeki parayı ‘feda’ eden bir Dortmund sever olur.
Kör topal 1930’lara kadar gelseler de, mali sıkıntıdan daha büyük bir sorun beklemektedir sarı-siyahlı Dortmund ekibini: ‘Tüm dünyayla beraber Nazilerin yükselişine tanıklık etmek’. Fakat kuruluş dönemindeki başkaldırı ruhu, kendisini Nazi Partisi’ne karşı da gösterir ve Borussia Dortmund aktif olarak Nazi karşıtı blokta yerini alır. 1930’lardaki Nazi yönetimi yıllarında, Gauliga Westfalen’de (1.Lig’e verilen isim) Schalke 04 fırtınası esmektedir. Zaten günümüze kadar taşınan Revierderby’nin (Nehir Derbisi) temelleri de bu yıllarda atılır. En büyük rakibini 30’larda kazanan Dortmund, ilk lig zaferini ise Alman futboluna damga vuracağı 50’li yılların sonunda yaşar. Üç Alfredo ( Alfredo Preissler, Alfred Kelbassa ve Alfred Niepieklo) ile 50’li yıllarda ses getiren takım, Bundesliga kurulmadan önceki son şampiyonluğunu da 1963’de kazanır.
60’lı yıllara yeni yıldızlar sunma çalışmalarıyla giren Dortmund, Wilhelm Sturm ve Lothar Emmerich’in yanına 1965 yılında Reinhard Libuda ve Galatasaraylıların pek hoş anılarının olmadığı (antrenör olarak) Siggi Held’i monte eder. 1965 yılında Alman Kupası’nı kazanan takım, 1965-1966 sezonunda Kupa Galipleri Kupası’nı müzesine götürerek Almanya’ya bir ilki yaşatır. Bu, bir Alman takımının kazandığı ilk Avrupa Kupası’dır. Ancak Budesliga’da özlenen şampiyonluğa ulaşamazlar. Bir başka deyişle, birkaç yıl sonra esmeye başlayan ‘Beckenbauer ve arkadaşları’ nam-ı diğer Bayern München ve ‘Netzer ve saz arkadaşları’ Borussia Mönchengladbach buna izin vermez. Zor yıllar başlamak üzeredir…
1971-1972’de ikinci kümeyi görür takım. 1975-1976’da Bundesliga’ya yükselseler de geçmişe mazi denmeye başlanmıştır Ruhr Bölgesi’nde. 1976-1977 sezonunu sekizinci bitiren takım bir yıl sonra hala kurtulamadığı bir hezimetin altında ezilecektir. Fırtına gibi esen Mönchengladbach ile ligin son haftasında karşı karşıya gelir Otto Rehhagel yönetimindeki Borusia Dortmund. Mönchengladbach’ın Köln’ü geçip şampiyon olması için averaja ihtiyacı vardır. Bu averajı 12-0 gibi enteresan bir skorla alırlar almasına ama bu skor ne Mönchengladbach’a, ne Dortmund’a ne de Otto Rehhagel’e yarar. Kariyeri başarılarla dolu Rehhagel belki de en unutulmaz mağlubiyetini yaşar; tabii Borussia Dortmund da…
80’li yıllarda da ‘orta sıra takımı’ sıfatını benimsemiş bir Dortmund vardır sahalarda. Bundesliga şampiyonluğu hala bir güzel rüyadır onlar için. Neyse ki farklı mağlup oldukları Mönchengladbach takımının bir üyesi olan Horst Köppel artık antrenör koltuğundadır. Lig şampiyonluğu olmasa da, 23 yıldır kazanamadıkları Alman Kupası’nı müzelerine götürürler. Bu başarıdan gayrı bir başarı kazanamayan Köppel, 1991’de görevden ayrılırken görevi bir efsaneye bıraktığının farkında değildir. Bu efsane Ottmar Hitzfeld’den başkası değildir ve artık Borussia Dortmund cephesinde devrimin ayak sesleri duyulmaktadır.
İlk sezonda, Stuttgart’ın ardından averajla ikinci sırayı alırlar. Ertesi sezon ise UEFA Kupası’nda fırtına gibi eserek finale yükselirler. Finalde ‘İlahi At Kuyruk’ Roberto Baggio’nun performansına yenik düşseler de bu, ‘güzel günler göreceğiz çocuklar’ demek için yeterli bir başarıdır. 1994-1995 ve 1995-1996 sezonu, vaatlerin boş yere olmadığının göstergesidir. Takım, Hitzfeld yönetiminde ilk Bundesliga şampiyonluğuna ulaşır. İlkine tesadüf diyenlere ise bir sene sonra aynı cevapla karşılık verir. Yapılacaklar listesinde artık Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu vardır. Takım, 1995-1996 sezonunda çeyrek finale kadar ilerlese de genç ve güzel Ajax’a toslamıştır. Artık zafer zamanıdır…
96-97 Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali’nde Auxerre ve yıllarını Auxerre’e veren Guy Roux’ya karşı kazanılan zafer, Dortmund’u “geleceğin Roux’su” Alex Ferguson karşısına çıkarır. Manchester da, Hitzfeld’in fiks menüsü olan 1-0’larla geçilmiştir. Girizgahımızdaki maçla ise Juventus’u geçip tarihinin en büyük zaferine ulaşır “Borussia Bira Fabrikası’nın çocukları”.
Hitzfeld’in ayrılışı; Möller ve Sammer gibi efsanelerin futbolu bırakmasıyla takım yine tepetaklak olur. 2001-2002 ‘de kazanılan şampiyonluk ve UEFA Finali son çırpınışlar gibi görünse de boğulmaktan kurtarmaz sarı-siyahlıları. Seksenlerdeki ‘orta sıra takımı’ sıfatına göz kırpan performanslar sergileyen Borussia Dortmund’a yardım elini uzatan bu defa Jurgen Klopp olur.
2008’de devraldığı takımı son iki sene de şampiyonluğa ulaştıran Klopp, bu sene de Şampiyonlar Ligi’nde Dortmund gösterisini sundu tüm Avrupa’ya. İki şampiyonluk sonrası Avrupa’yı sarsan Hitzfeld’le benzerlikler taşıyan Klopp, Şampiyonlar Ligi’ni Dortmund’a kazandırır mı bilinmez ama eski günlerini arayan her takımın şarkısı belli gibi artık: ‘Her gecenin sabahı, her kışın bir baharı, her şeyin bir zamanı, benim Klopp’um yok’.