– Bir Batu Anadolu yazısı –
“Tarihi güçlüler yazar” derler ama tarihin öyle anları vardır ki güçlünün eli gitmez, düşünmesi yetmez hatırlamaya. Türk futbol tarihinin iki büyüğünün de unutkanlığının tuttuğu derbi maçlar da unutulmaması gereken sahneler barındırırlar.
Kimileri için futbol, kitlelerin afyonu olarak görülse de bireylerin kendi özel tarihlerinin en güzel anlarını da içerisinde barındırır. Yüz yıldan uzun bir geleneğe sahip Fenerbahçe – Galatasaray rekabeti ya da son dönemlerdeki moda ismiyle “Kıtalar arası Derbi” futbolseverlere her yeni maçta belleğin karanlık noktalarını ziyaret etme imkanı tanır. Her defasında unutulmayan maçlar konuşulur ama zaman zaman “Hatırlar mısın?” ya da “Ne zamandı?” soru cümlesiyle başlayan farklı anılar da dost meclislerinde aynı coşkuyla anlatılır. Okumaya başladığınız bu yazı, işte o unutulan maçların hikayesidir. Gelin kimi zamana yenik düşmüş; kimi hatırlanmak istenilmeyip unutulmuş, unutturulmuş o maçlardan sahneler arasında bir yolculuğa çıkalım.
Dövüş Kulübü
Kıtalar arası derbinin 44. müsabakası 1929 yılının sıcak bir Mayıs gününde, Taksim Stadı’nda cereyan eder. Ligin bitimine iki hafta kala liderlik koltuğunda bulunan Galatasaray, en yakın takipçisi Fenerbahçe’yi mağlup ettiği takdirde İstanbul Ligi’nde kupaya uzanacaktır. Maç öncesi oluşan gergin hava, ilk dakikadan itibaren sahaya yansımaya başlar. 10. dakikada Fenerbahçeli Kadri Göktulga’nın kolu kırılır. Sekiz dakika sonra Sarı Kırmızılılar “Aslan” lakaplı Nihat Bekdik ile öne geçince futbol, “sahadaki 22 adamın topun değil birbirlerinin peşinden koştuğu bir oyun” haline gelir. Galatasaraylı Mithat Ertuğ ile Fenerbahçeli Alaaddin Baydar’ın sürekli kavga halinde olduğu ilk yarıda bir an için topu hatırlayan “Ala” Baydar takımına beraberliği getirir. İkinci yarıdaysa Mehmet Nazif Gerçin’in ayağı Zeki Rıza Sporel tarafından kırılır. Taksim Stadı’nda yaşanan ilk büyük sakatlık olarak tarihe geçen bu olaydan sonra taraftarlar; gollerden çok sert hareketleri saymaya başlamışken Galatasaray’ın o dönemdeki nöbetçi golcüsü Latif Yalınlı, takımını öne geçiren golü atar. Kalan dakikalarda futbol oynamayı unutan iki takıma sahaya giren taraftarlar da eklenince Galatasaray muharebeyi 2-1’lik skorla kazanır ve kupaya uzanır. Maç sırasında yaşanan olaylar nedeniyle Zeki Rıza Sporel, Latif Yalınlı ve Sabih Arca polis tarafından sorgulanırken; ayağı kırılan Mehmet Nazif, Zeki Rıza Sporel’e 6 bin 300 liralık tazminat davası açar. Dönemin gazeteleri Türk taraftarlarının kavga değil futbol istediklerini söyleseler de seksen yılda değişen fazla bir şey olmayacaktır.
Mircea Sasu’nun Tuhaf Hikayesi
1970 yılının Kasım ayında “Yarın geliyor”, “Haftaya sahada olacak” haberlerinin, spor sayfalarını kapladığı günlerin birinde gerçekten de İstanbul’a gelir Mircea Sasu. Otuzlu yaşlarının başındaki Romen forvetin transferi yılan hikayesine dönmüştür. Daha önce de İstanbul’a gelir ama karar değiştirip Romanya’daki eşinin yanına kaçar. Kıskançlık sorunları olduğu söylense de o zamanlar korner ve serbest vuruş tekniği daha çok konuşulur. Ve kendisinden çok şey bekleyen Fenerbahçe taraftarının karşısına ilk kez, bir Galatasaray maçında çıkar.
İlk 10 dakikada Romen yıldızın ayağına top bile değmez. Ama bir dakika sonra Fenerbahçe serbest vuruş kazanır. Topun başına Ercan Aktuna ile birlikte geçerler. Hakemin düdüğüyle Ercan topun üstünden atlar, Sasu birkaç saniye duraksar ve sağ ayağının içiyle topun çaprazına vurur. Stadyumdaki herkes topun dışarı çıktığını sanmış olsa da Sasu elinde bir kumanda varmış gibi ona müthiş bir falso vermiştir. Top dönerek direğin içine çarpar ve Yasin Özdenak’ın bakışları arasında ağları bulur. Öne geçen sarı lacivertliler Sasu önderliğinde baskı kursalar da farkı artıramazlar. İkinci yarıda kalelerle birlikte roller de değişir. Olcay Başarır ile eşitliği yakalar Galatasaray. Maçın bu şekilde biteceği düşünülürken Fenerbahçe son dakikada penaltı kazanır. Olayın kahramanları yine Ercan ve Sasu’dur. Ercan penaltıyı kullanması için topu Sasu’ya götürür ama “Hayır” cevabını alır. Kendi kullandığı penaltı direkten döner ve maç berabere sonuçlanır. Sasu attığı ve atmadığıyla daha ilk maçında olay olur.
Sonrasında yedi maçta dört gol atıp altı asist yapan Sasu sessiz sedasız ülkeyi terk eder. Kimilerine göre hocası Teasca ile anlaşamamış kimilerine göre de eşinin kendisini aldattığını düşünmüş ve ülkesine dönmüştür. Ama tuhaf hikayesini bu topraklarda bırakır.
Kuzular için Aslanlar
Kurban Bayramı’nın ikinci gününe denk gelen derbi, basında “kurbanlık koyun kim olacak?” esprilerine yol açsa da iki takımda da kargaşa hakimdir. 11 maçtır yenilmeyen Fenerbahçe, kaleci Adil Eriç ve savunma oyuncusu Alpaslan Eratlı’nın disiplinsizlik nedeniyle kadro dışı bırakılmasıyla sarsılmıştır. Alpaslan “Dört gün önce evimi aramışlar beni bulamayınca kadro dışı bırakmışlar “diyerek kendisini savunurken Adil Eriç de “Bu hafta benim yerime Yavuz oynar, üç gol yer sonra ben iskemleyle kalede otururum” diyerek teknik direktör Abdullah Gegiç’in kararını eleştirir. Galatasaray cephesindeyse üç yıldır Fenerbahçe’yi yenememenin verdiği güvensizliğin üstüne deplasman fobisi eklenmiştir. Ligin ilk 5 deplasman maçında galibiyet alamayan sarı kırmızılı ekibe herkes “galip gelemez bu yolda mağlup” gözüyle bakmaktadır.
Perdeyi 21. dakikada maçın favorisi açar. Cemil Turan sarı lacivertlileri öne geçirmiştir. Taraftarın büyük çoğunluğu maçın farka gideceğini düşünse de top o gün daha bir yuvarlaktır. 32. dakikada sahneye Adil’in “ah”ını alan Yavuz Şimşek çıkar. Bacak arasından kaçırdığı top Gökmen Özdenak’ın önüne düşünce durum eşitlenir. Yavuz, ikinci yarıda Fatih Terim’in kafa vuruşunda topu tutar fakat kontrolünü kaybederek kale çizgisinin yanlış tarafında düşer. Gegiç’in “rüyamda görsem inanmazdım” dediği gollere Şevki Şenlen’in vuruşuyla bir yenisini ekleyen Galatasaray, üç yıllık hasrete üç golle son verir. Maç sonrası Cemil Turan ile Gökmen Özdenak kimin şampiyon olacağına dair iddiaya girerler ama sezon sonunda Adil’in yanına iki iskemle daha çekerek buğulu gözlerle Trabzonspor’un şampiyonluğunu izlerler.
Yerdeki Yıldızlar
1985 yılındaki TSYD Kupası, iki takım için de yeni başlangıçlar demekti. Uzun yıllar şampiyonluğa hasret kalan Galatasaray Jupp Derwall’i getirmiş buna karşılık Fenerbahçe Kalman Mezsöly ile anlaşmıştı. Ama o günün büyük transferi ne teknik direktörler ne de oyunculardı. Fenerbahçe kulübünün davetlisi olarak Türkiye’ye gelen Galli şarkıcı Shirley Bassey de sahadaydı. Maçı tam bir karnavala dönüştüren Bassey; başlama vuruşunu yapmış, basın mensuplarına çalım atmayı da ihmal etmemişti. “I Love You Shirley” tezahüratlarıyla sahayı futbolculara bırakırken, sanatçının etkisi altında kalan Fenerbahçe takımı maça hızlı başlamıştı. İsmail Kartal’ın sağdan ortasında Önder Çakar topu ağlara gönderip “Get The Party Started” (Partiyi başlat) derken sahayı notalarla işleyen Pesiç’in ara pasında Şenol farkı ikiye çıkarıyordu. Kalan dakikalarda sarı kırmızılıların gol girişimlerine ezeli rakipleri yine Bassey ile cevap veriyorlardı: Never Never Never. (Asla Asla Asla) Maçın bitimiyle yeni takımının zamana ihtiyacı olduğunu söyleyen Derwall’e “bir dünya yıldızı” yaratmak için birkaç yıl yetecekti.
Şeytanın Dokunuşu
Bazı maçlar vardır ki kaderleri haftalar öncesinden çizilmeye başlanmıştır. 1991-1992 sezonunun ikinci yarısındaki derbi de böyle bir çizgiye sahip olur. 15 Mart’ta oynanması gereken maç, Galatsaray’ın Werder Bremen ile yapacağı Kupa Galipleri Kupası maçı nedeniyle 22 Nisan’a ertelenir. Fakat bir aylık süreçte Fenerbahçe adına küçük(!) değişiklikler olmuştur: Bir ay önce sakatlıklarla boğuşan Aykut Kocaman ve Tanju Çolak ilk 11’de oynamaya başlarlarken kadro dışı bırakılan Rıdvan Dilmen tekrar formasına kavuşmuştur. Galatasaray ise ligde bocalamasına rağmen Avrupa’da çeyrek final görmüş Kosecki’li, Erdal Keser’li, Uğur Tütüneker’li kadrosuyla Fenerbahçe’nin bir adım önünde görünür.
Maçın ilk düdüğüyle Galatsaray daha derli toplu bir oyun sergilerken onuncu dakikada sarı kırmızılı savunmanın da katkısıyla “Rıdvan ve şeytani ayaklar” ekibi sahne almaya başlar. İsmail’in Hayrettin’e attığı hatalı geri pasın cezasını Aykut keser. On dakika sonra ise Rıdvan-Oğuz-Aykut şeytan üçgeni Tanju’ya “al da at” derler, o da en iyi yaptığı işle skoru 2-0’a taşır. Galatasaray, Yusuf Altıntaş’ın oyundan atılmasıyla 10 kişi kalır. İkinci yarıya da hızlı başlayan sarı lacivertliler bu sefer üçgeni Tanju-Rıdvan- Aykut’la kurarlar. Farkın üçe çıkmasıyla rahatlayan Fenerbahçe’ye cezayı kesen oyuncu, arka arkaya attığı iki golle Erdal Keser olur. Ancak Erdal’ı oyundan alıp yerine Dominic Iorfa’yı dahil eden Mustafa Denizli, kaleci Hayrettin’i bile sinirlendirir. Beş dakika sonra Tanju farkı tekrar ikiye çıkarır. Maçın sonuna doğru Fenerbahçe Rıdvan’ın düşürülmesiyle penaltı kazanır ve film kopar. Hayrettin’in Rıdvan’ın üzerine yürümesiyle yaşanan gerginlik penaltının kaçmasıyla biraz soğusa da bir sonraki pozisyonda Rıdvan; kendisine doğru koşan Hayrettin’i, Tanju’ya attığı gol pasıyla bertaraf eder. Kosecki’nin hakeme tükürmesi ve Mustafa Denizli’nin maç sonundaki “futbolcularımı olumsuzluklara karşı sakinliklerinden dolayı kutluyorum” açıklaması unutulmak istenenler listesine girer.
Sonsöz
“Kıtalar arası derbi” kavramı, çocukluğumuzdan bu yana vurgu yapılan İstanbul’un jeopolitik önemini hatırlatsa da öncelikli olarak bu topraklara ait. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar sahiplenemez, bu kadar önem atfedilemez. Sarı kırmızı ile sarı lacivert arasındaki farklar ideolojik kaygılarla açıklanmaya çalışılsa da çabalar boşadır. Renk farkının nedeni gönül farkıdır, ötekileştirme değildir. Bu nedenle 385. derbinin, unutulan ya da unutulmak istenen değil; tarihten dersler çıkarılarak “unutulmayacak” hatta “hatırlanmak istenecek” sahneler sunması dileğiyle…













