Manchester United’ın 7 numaralı forması bugün önemli bir marka. Bir bakıma bu hanedanlığı başlatan Bryan Robson, nam-ı diğer Kaptan Marvel’in hayat hikayesine davetlisiniz. Bekleriz…
Futbol aşıklarının büyük bölümü bu sevdayı babasından alır. Nasıl seveceğini, niye seveceğini ilk ondan öğrenir. Ayrı ayrı futbol kahramanlarıyla; kimi baba Maradona, kimi baba Pele, kimisi de Beckenbauer ya da Sepp Maier’le futbol sevgisini aşılamıştır benim akranlarıma.
Benim ilk ecnebi futbol kahramanlarım da Güney Amerika futbolunun zarafeti ve Avrupa futbolunun gücünü yansıtan iki zat-ı muhteremdi. Zarafetin sembolü Brezilyalı Zico’ydu (kendisine bir iki paragraf değil kalın bir kitap adamak isterim). Güç ve dayanıklılığın temsilcisi ise her adı geçtiğinde babamın: “İlhan, bu herif o kadar güçlü ki en ağır sakatlıktan bile iki, bilemedin üç ayda kurtulup oynamaya başlıyor” dediği Bryan Robson. Belirttiğim gibi Zico ile ilgili duygularımı bu kalbi kadar temiz sayfaya sığdıramayacağım için Bryan Robson’u anlatacağım saygıdan önümü çoktan iliklemiş bir durumda…
Solomon, dünya üzerindeki her dile hakimse Robson da futbol dünyasındaki her pozisyona hakimdi. Efsane İrlandalı Johnny Giles, West Bromwich’in başına oyuncu-menajer olarak geçtiğinde genç Robson’a forma şansı verdi. Fakat bu şans, Robson’un pozisyonu olan orta sahada değildi. Kendisi efsane bir orta saha şefi olan Giles, ‘Ağanın şefliği üzerine şeflik olmaz’ diyerek genç Robbo’yu stoper, sol bek ve sol kanat pozisyonlarında kullandı. Robson, bu fırsatı krize çevirmek yerine kariyerinin ilerleyen yıllarında onunla anılacak özelliklerden birisinin temelini attı bu dönemde. Fırtına gibi estiği 80’lerde onu sahanın her an her yerinde görebilirdiniz. Önsezileri ve futbol bilgisiyle hep olması gereken yerdeydi…
Herkül’ü olur takımının orta sahasında yıllarca. Dönemin İngiliz futbolunda top yere inmek bilmezken kısa, garanti pasları ve insanüstü gücüyle takımını yönetmesini bilir. Robson’un , ‘gerçekçi, adil ve sistemli’ olarak tanımladığı Ron Atkinson, 1978’de West Bromwich Albion’un başına geçtiğinde Robson’a takımın orta sahasını teslim eder. Kariyerinin tırmanışı da bu yıllara tekabül eder zaten. Önce onunla özdeşleşen 7 numaralı formasını sırtına geçirir sonra da takımını lig üçüncülüğüne ve UEFA Kupası çeyrek finaline taşır. En karşı konulmaz gücü olmuştur Albion’un, bu çıkışı onu 1981’de Manchester United’a taşıyacaktır hem de 1,5 milyon poundluk transfer rekoruyla. Sadece gücüyle Herkül’ün futbol sahasında vücut bulmuş hali değildir. 1983 FA Cup Finalinde 4-0’lık Brighton galibiyetine iki golle katkıda bulunmuştur. Stan Mortensen’in 1953’de eline geçirdiği ‘FA Cup Finali’nde hat-trick’ muvaffakiyetini yakalama fırsatın ayağına gelmiştir ama ölümsüzlüğü elinin tersiyle iten Herkül gibi elinin tersiyle iter bunu. Kaptanlığının hakkını verircesine, takımın düzeninin bozmamak adına kazanılan penaltıda topun başına geçmeyi reddeder. 4-0’lık zafer sonunda FA Cup, Manchester United tarihinde ikinci kez bir İngiliz kaptanın ellerinde yükselirken bu, ölümlü olmayı seçen bir tanrı için en güzel sıfattır belki de…
Atlas’ın Dünya’yı taşırken gösterdiği dayanıklılığı sakatlıklar karşısında gösterir Robson, nam-ı diğer ‘Robbo’. İlk kez Ekim 1976’da tanışır baş belasıyla. Sol ayağı kırılan Robson, iki ay sonra sahalara döner. Fakat cezası Atlas’tan daha büyüktür… Aralık 1976’da aynı yerden bir kırıkla yükselişi sekteye uğrar. Belki de sakatlıklarla olan ayrılmaz dostluğunun temeli bu sezonda atılmıştır. Kırık ayağının iyileşmesinden birkaç hafta sonra bu sefer de sağ ayak bileğini kırarak sezonu kapatır. 1977-1978 sezonundan itibaren birkaç yıl da olsa sakatlıklardan uzak tutar kendini. Bu kısa süre bile İngiliz futbolunun lideri olması için yeterli olur. Fakat sakatlıklar arayı soğuk tutmaz… 1983 Şubat’ında kapıyı çalar ve istidatlı gencimizin ayak bileği bağları kopar. Yine Atlaslığını gösterir Robbo, 16 Nisan’da yani sadece iki ay sonra FA Cup yarı finalinde sahadadır ‘7 numara’… Mucize bu kadarla kalmaz, oynaması yeterince inanılmaz olan Robson, umutsuz Manchester’ı attığı golle ayağa kaldırır ve 2-1’lik zaferin fitilini yakar. Fakat onu durdurabilen tek rakibi yine karşısına çıkar. Barcelona karşısındaki müthiş oyunuyla takımını Kupa Galipleri Kupası’nda yarı finale taşısa da o dönemler adı transfer dedikodularına karıştığı Juventus karşısında bu sefer adale sakatlığı nedeniyle şef koltuğundaki yerini alamaz. Belki de İngilizlerin hasretinden prangalar eskittiği Dünya Kupası da Robson’ın sakatlık illetinden dolayı Londra’ya getirilememiştir. 1986 kışında çıkan omuzu Meksika’da da onu rahat bırakmaz. 1986’ya erken veda eden Robson’un kaderi dört yıl sonra da değişmez. 1990 İtalya’ya da Bobby Robson’ın en büyük kozu ve kaptanı olarak gitse de eskimeyen dostunun ziyaretiyle Atlas’ın çöküşü başlar. Son büyük turnuvaya da veda vaktidir… 90’lar yaşının da getirdiği fiziksel kayıpla ve sakatlıklarla geçer. Manchester United efsanesinin başladığı yıllar olan 90’larda takıma zaman zaman katkı verse de Ferguson’un kitabındaki ilk maddenin sınırlarını zorlamaktadır; ‘İstikrar!’. Premier Lig ve Kupa Galipleri Kupası zaferlerinde takımı için bütün dayanıklılığıyla sahada olan Robbo, FA Cup’ı bir kez daha kazanır. Fakat Paul Ince ve Roy Keane gibi genç mevkidaşlarının transferleri işini iyice zorlaştırır. Eric Cantona’nın transferi ve 7 numarasının Fransız’ın sırtına geçmesi ayrılık vaktinin geldiğinin göstergesidir.
Zeus’u olabilirdi aslında çehresi değişen United’ın. Ferguson’un saha içi lideri olması için bütün özelliklere sahipti. Paul Ince, Neil Webb ve Brian Mc Clair’da olması istenen bütün özellikler Robbo’da mevcuttu. Üstesinden gelemediği tek rakibi sakatlıklar olmasa belki de Ferguson, Roy Keane’i Old Trafford’a hiçbir zaman davet etmeyecekti. Cantona, Giggs, Schmeichel gibi futbol tanrılarının tanrısı olabilir ve George Best’in 7 numaralı formasını belki de kariyerinin sonuna kadar Manchester United’da terleterek Cantona ve Beckham’ı başka seçimlere zorlayabilirdi. Bunu, 80’lerdeki performansıyla daha da öncesinde 1981 yılında Manchester United’ı seçmesiyle hak etmişti.
Aşil’in cesaretini futbol sahalarına taşıyarak Manchester United’ı seçmişti 1981 yazında. Ücretini arttıran West Bromwich Albion’ın teklifini, ‘Para değil kazanan olmak istiyorum’ diyerek reddetmişti. Uğruna Albion’ın kapısını aşındıran Manchester ve Liverpool onu renklerine bağlamak için çok uğraşmıştı. Bob Paisley’in Liverpool’unu seçip İngiltere ve Avrupa şampiyonluğunda koleksiyona başlamış takımın içinde bulabilirdi kendisini ama kolay olanı seçmek Robbo’ya yakışmazdı. Eski günlerini arayan Manchester United’a geldi ve kısa bir süre sonra takımın kaptanlığına kadar yükseldi. 1982 Dünya Kupası’nda takım arkadaşı Norman Whiteside, Kuzey İrlanda Milli Takımı’na seçilerek kupanın en genç oyucusu olmuştu. Robson da Fransa karşısındaki ilk maçta henüz 27. saniyede fileleri havalandırarak Dünya Kupası tarihine geçiyordu. İngilizler kupaya ulaşamasa da başarıya hasret United taraftarları için özellikle Robbo’nun performansı umutlanmak adına yeterliydi.
Merkür’ün hızına taş çıkarırcasına ilk dakikalarda attığı gollerle takımının maça 1-0 önde başlamasını sağladı yıllarca. Kendine has ceza sahası koşuları ve forvet oyuncularının bir çoğunda olmayan ceza sahası içindeki ustalığı orta saha oyuncusu olmasına rağmen kariyerine 144 gol sığdırmasını sağladı. Galatasaray’ın tarih yazdığı 3-3’lük maçta attığı gol ve öncesinde savunmadan sıyrılışı bu cümlelerin kısa bir özetiydi aslında. Gerek üç kez FA Cup, bir kez lig, bir kez de Kupa Galipleri Kupası’nı kaptan olarak kaldırdığı United’da gerekse İngiliz Milli Takımı’ndaki bu insanüstü performansları, ‘Kaptan Marvel’ lakabını kazandırdı ona. Dünyadaki en güçlü ölümlüydü ve ‘Shazam’ kelimesini zikrettiğinde sahada rakipsiz oluyordu. Middlesbrough’da noktaladığı futbolculuk kariyeri sonrasında menajerliğe soyunarak tekrar Billy Batson’a dönüşen ‘Kaptan Marvel’, son olarak gırtlak kanserine meydan okuyarak, ‘en güçlü ölümlü’ olduğunu bir kez daha gösterdi. Robbo’nun menajer olarak da efsaneye dönüşmesi dileğiyle.
SHAZAM!