-Bir Batu ANADOLU hikayesi-
Hem savunmada hem de hücumda harikalar yaratan, takımlarını şampiyonluklara sürükleyen libero pozisyonundaki futbolcular; uzun yıllar futbol hikayelerine damga vurdular. Genellikle de hiç hesapta yokken attıkları ve attırdıkları gollerle…
Çok uzun zaman önce uzak bir galakside değil… Sadece 10-15 yıl önceye kadar futbolda libero pozisyonu, bir futbol takımının bel kemiğiydi. Albert Camus, “Top bazen beklemediğiniz yerden gelir” derken liberoları kastetmemişti kuşkusuz. Ama onlar zaman zaman rakip savunmalara karşı beklenmedik toplar göndererek takımlarını zafere taşıdılar. İşte, bugünlerde geri dönüş sinyalleri veren liberoların zafer hikayelerinden bazıları…
İlk “Ahn” vakası
Almanya ile İtalya arasında oynanan 1970 Dünya Kupası yarı final maçının “Yüzyılın Maçı” olarak lanse edilmesi için birçok neden var. Ama Karl Heinz Schnellinger’e sorsanız 90. dakikada attığı golü söyleyecektir. İtalya tek golle finale yükselmek üzereyken, Grabowski’nin ortasını ağlara göndererek, “über” bir performans gösteren Albertosi’yi avlayan Schnellinger sayesinde tüm zamanların en müthiş uzatma dakikalarını izleyen taraftarlar; aynı zamanda futbolcunun Milli Takım’daki ilk ve tek golüne de tanıklık ederler. O dönem İtalya’da forma giyen futbolcu, belki de finale çıkan takımın İtalya olması sayesinde kariyerine devam etti ama 2002 Dünya Kupası’nda İtalya’yı yıkan golü atan Güney Koreli Ahn, Perugia’dan kovulacaktı.
Kayzer sahnede
Almanya ve füze denildiğinde akla ilk gelen şey, Helmut Rahn’ın 1954 Dünya Kupası Finali’nde attığı goldür. Ama 1966 Dünya Kupası’nda 21 yaşında genç bir Alman, işi biraz daha ileri götürür. Sovyetler Birliği’nin final hayallerini yıkan müthiş füzenin sahibi Franz Beckenbauer’dir. Libero olarak takımını hücumda da sırtlayan geleceğin Kayzer’i o yıl kupayı kazanamaz ama sekiz yıl sonra kaptan olarak kaldırmayı başarır.
Arka bahçedeki çocuk
Almanya’nın arka bahçesi olarak kabul edilen Avusturya, bahçesinde oynayan en kıymetli çocuklardan birini Frankfurt’a gönderir ve o çocuk, Eintracht Frankfurt’u UEFA Kupası finaline taşır. Yarı finalde Bayern Münih’le karşılaşan Frankfurt, 2-0’lık mağlubiyetin rövanşında Pezzey’nin iki golüyle maçı uzatmaya götürür ve sonrasında dev rakibini beş golle eve gönderir. Frankfurt kupaya uzanırken on yıl daha Almanya’da ter döken Pezzey, 39 yaşında hayatını kaybeder.
“Altı” üstü bir derbi
7 Mart 1982’de oynanan Derby della Mole’ye Juventus’un efsane “6” numarası Gaetano Scirea damga vurur. 2-0 geriye düşen Juventus, Scirea ile önce beraberliği ardından ise üstünlüğü yakalar ve maçı 4-2 kazanır. Bu geri dönüş, Juventus’u yirminci şampiyonluğuna ve ikinci yıldızına taşır. 1989 yılında henüz 36 yaşındayken aramızdan ayrılan Scirea’nın hakkının teslim edilmesi içinse biraz vakit geçmesi gerekecektir.
Sarı lacivertli Aslan
1982-83 sezonunun bitimine üç hafta kala Fenerbahçe ve Galatasaray karşılaşırlar. Dakikalar 48’e gösterdiğinde sarı kırmızılı ekip 4-1’lik üstünlüğü yakalasa da Fenerbahçe meşhur geri dönüşlerinden birine imza atacaktır. Kaptan Alpaslan Eratlı’nın dikiş diker gibi işlediği yeşil sahada Fenerbahçe 4-4’ü bulur ve sezon sonunda şampiyon olur. O yıl futbola veda eden Alpaslan da modern liberoluk mirasını Abdülkerim Durmaz’a bırakır.
Gemisini kurtaran Kaptan
Peru, Arjantin’in 1986 yoluna taş koymak üzeredir. Elemelerde iki takım arasında oynanan ilk maçı Peru; 1-0 kazanır, ikinci maçta ise 2-1 öne geçer. Maçın bitimine 10 dakika kala Arjantin’in ihtiyaç duyduğu gol Passarella’dan gelir. 1978’de kupayı kazanan “Büyük Kaptan” lakaplı oyuncu, sekiz yıl sonra takımını ait olduğu yere taşır. Fakat mide ülseri rahatsızlığı, bu büyük oyuncunun kupada oynamasına izin vermez. Yine de “taş yerinde ağırdır” ve Passarella, milli takım ile Meksika’nın yolunu tutar. Turnuva boyunca teknik direktör Bilardo ve yeni kaptan Maradona ile atışsa da iki Dünya Kupası kazanan tek Arjantinli futbolcu olarak tarihe geçecektir.
Bir devri kapatıp yenisini açan adam
1992’de Barselona ile Sampdoria’nın karşılaştığı Avrupa Kupası Finali, bir yıl sonra Şampiyonlar Ligi’ne dönüşecek olan organizasyonun son maçıdır. Usta ayaklar topu kale çizgisinden geçirmeyi bir türlü başaramazlar. Uzatma dakikalarda kazanılan serbest vuruşta topun başına “Tenten” lakaplı Barselona liberosu Ronald Koeman geçer. Oynadığı pozisyona rağmen gole hiç yabancı olmayan Koeman’ın ilk yarıda kullandığı serbest vuruşu Pagliuca güçlükle çelmiştir fakat bu sefer kendi sağından ağlara giden topa bakmakla yetinir. En büyük kupa, 26 yıl sonra İspanya’ya (aslında Katalunya’ya) giderken, Cruyff’un Barselonası sonunda devler arasına adını yazdırır.
Bir yetmez iki olsun!
1993-94 sezonunda Borussia Dortmund forması giyen Matthias Sammer’in, teknik direktör Ottmar Hitzfeld tarafından orta sahadan libero bölgesine çekilmesi belki de Alman futbolunun kaderini değiştirir. Dortmund iki yıl üst üste şampiyonluk kazanırken, 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası’na Sammer’li Almanya damga vuracaktır. Grupta golsüz devam eden maçta Rusya’nın kilidini açarak takımına çeyrek finali getiren Sammer’in gazabından çeyrek finalde Hırvatistan da nasibini alır. Önce maçın başında Almanya’nın kazandığı penaltının yaratıcısı olur. İkinci yarıda ise on kişi kalan rakibe karşı öldürücü vuruşu yapar. Almanya şampiyon olur; Sammer ise “Turnuvanın En İyi Oyuncusu” seçilir.
Üç Renk: Beyaz
1998 Dünya Kupası’nın grup maçları bittiğinde Franz Beckenbauer: “Turnuvada göz dolduran tek bir takım yok.” der. Belki de bu algıyı yıkan kişi libero özelliklerine sahip Fransız savunmacı Laurent Blanc olur. 2. turda Paraguay’la eşleşen Fransa, 90 dakika boyunca direkleri ve kaleci Chilavert’i geçemez. Uzatma dakikalarında “altın gol” kuralı uygulanacaktır. Pires’in ortasında Trezeguet topu kafayla Blanc’a indirir. Soyu tükenmekte olan libero da kupa tarihinin ilk altın golünü kaydeder. Horozların final yolunu açan Blanc, belki Brezilya ile oynanan final maçını kaçırır ama Beckenbauer’e kimin favori olduğunu göstermiştir.