Futbol sahalarının son adamları, liberolar yani süpürücülerdir. Futbol ailesinin geçmişte kalan nadide kişilerdir onlar. Gelin biz en iyisi libero tarihinde bir yolculuğa çıkalım.
Futbol sahalarında bir kişi düşünün, yenilen gol sonrası bir anne şefkatiyle kalecinin hemen yanı başında belirir… Arkadaşlarının kaptırdığı toplarda büyük ağabey edasıyla: “Bana bırak” diyerek araya girer… Gol atan arkadaşlarının sırtlarını bir anne sevecenliğiyle sıvazlar… Takımı yenilince bir baba içgüdüsüyle tüm sorumluluğu üzerine alır. Onun adı mı? Tabii ki ‘libero’ yani son adam.
Libero kavramının kökeni İtalyanca’dır. Anlamı ‘serbest adam’ olan kelime ilk kez dönemin ünlü spor gazetecisi Gianni Brera tarafından kullanılmıştır. Her ne kadar libero kavramını İtalyanlar çıkarsa da kökenleri Alpler dağlarının öte tarafına yani İsviçre’ye dayanır.
1930’lu yıllarda Karl Rappan, İsviçre’nin Servette takımında gol yeme sorununu çözmek adına kollarını sıvar. Sonunda sorunun kilit noktasını bulur. Takımı savunmaya geçtiğinde adam markajı yapan savunma oyuncularının aksine, defansın arkasında pozisyon alan ve defanstan seken topları uzaklaştıran bir oyuncu görevlendirecektir. Önce Servette sonra da İsviçre Milli Takımı’nda sistemi uygulamaya başlar. Artık Heidi’nin memleketinde Peter’ler mutludur. Avusturyalı teknik adam bu taktiğe Fransızca’da kilit anlamı gelen ‘Verrou’, görevi başarıyla yerine getiren oyuncuya ise ‘Verrouilleur’ yani kilit adam ismini verir.
Asıl libero kavramı ise 1947 yılında Karl Rappan’ın taktiğinden esinlenen İtalyan Nereo Rocco tarafından hayata geçirilir. Triestine takımını çalıştıran kurt hoca, daha sonra adı ‘Catenaccio’ olacak bu taktiği kimi zaman 1-3-3-3 kimi zaman ise 1-4-3-2 şeklinde dizilişle sahada oyuncularına uygulatır. Rocco’nun liberosunun temel farkı ise görev adamının takım sadece defans yaparken değil oyunun tamamında savunmanın arkasında olmasıdır. İtalyan teknik adam bu taktikle birlikte aynı yıl Serie A’yı ikinci bitirmeyi başarır.
Eskiler, ”Zaman her şeyi geliştirir” der. Tıpkı Rocco’nun Triestina’da kurduğu bu taktiği, Fas kökenli Arjantinli Helenio Herrera’nın model alıp geliştirdiği gibi. Bu taktiği sertleştirerek uygulatır ve onunla, mütevazı futbolculuk yaşamının tersine büyük başarılarla dolu bir antrenörlük kariyeri yaşar. Böylece dünya futbol tarihindeki en büyük antrenörlerden biri olarak kabul edilir. Peki, Herrera’yı başarıya götüren nedir? Rocco’un oluşturduğu sistem başlangıçsa; Herrera’nınki gelişmedir. Orta sahadaki üç ismi de defansif oyunculardan kurarak ve liberoyla beraber defansif oyuncu sayısını beşe çıkararak taktiği “Catenaccio” haline getirir. Sistemle birlikte kazanılan zaferler ise tabii ki sonuçtur. İlk büyük zaferse dönemin efsane takımı Real Madrid karşısında kazanılır. Helenio Herrera’nın Inter’i, Şampiyon Kulüpler Kupası’nın ilk 9 sezonunda 7 kez final oynayan Madrid takımıyla 1964’te Prater Stadı’nda karşılaşır. Inter, büyük bir zafere imza atar ve 3-1 skorla sahadan galip ayrılır. Dünya bu maçın ardından Catenaccio sistemini ve libero Armando Picchi’yi tanır. O yılların ünlü BBC yorumcusu Kenneth Wolstenholme, o dönemde izlediği libero Picchi’yi The Pros (Artılar) kitabında şöyle anlatır: “Eğer bir oyuncu dörtlü defansı koşu veya paslaşma yoluyla geçmek istiyorsa, karşısında mutlaka Picchi’yi bulacaktır. Eğer bir oyuncu ona atılan uzun pasla ceza sahasına girecekse karşısında yine Picchi’yi bulacaktır. Yok eğer bir oyuncu çalımlarla kaleye gidecekse karşısına kim mi çıkacak? Tabii ki Picchi.”
Herrara’nın ‘Grande Inter’ yani Büyük İnter’i 5-3-2’in çeşitli varyasyonlarıyla sahada yer alır. Hızlı kontra atağa çıkarak veya defanstan gönderilen uzun toplarla etkili olur. Orta sahada defansif özellikleri yüksek olan üç oyuncunun yanı sıra, az önlerinde forvete yakın oynayan bir oyun kurucu bulunur. İleride ise uzun boylu bir forvet. Bu sistemle İnter Milan’ın oynadığı maçların çoğu 1-0 biter, sahadaki futbol eleştirilir. Oysa Arjantinli hoca takımının başında olduğu sekiz sezon boyunca 2 Şampiyon Kulüpler Kupası, 2 Kıtalararası Kupa, 3 Serie A şampiyonluğu, 1 İtalya Kupası kazanır. Herrera daha sonra Roma, Rimini ve Barselona’da da aynı sistemi kullanır. Eleştirilere sözlü de cevap verir: “Bana kazanmam için para ödüyorlar, iyi futbol oynamam için değil”. İtalya Milli Takımı’nın başında olduğu 1967 ve 68 yıllarında da aynı formasyonu takımına oynatır. Artık Catenaccio, İtalyan futbolunun bir parçası olur.
1966 Dünya Kupası’nda İngiltere Milli Takımı’nın teknik direktörü Alf Ramsey liberoyu ilk kez orta sahada kullanır. Ramsey, görevi savunma arkasında oynayan liberoyla tamamen aynı olan bu oyuncuya ‘perde adam’ ismini verir. Bu görevi ilk yapan isim Manchester United oyuncusu Nobby Stiles’tır. Zaman ilerledikçe savunmaya dayalı orta saha olarak karşımıza çıkacak olan mevki başlı başına başka bir yazının konusudur aslında…
Tekrar liberoların beşiği İtalya’ya döndüğümüzde bu sefer karşımıza Gaetano Scirea çıkar. 70’li yılların başında Atalanta’da oynadığı futbolla hemen dikkat çeker ve ileride bir libero tanrısı olacağı Juventus’a transfer olur. Top kesiciliğinin yanında oyunu okuma becerisi de muazzamdır. Siyah-beyazlı kulüpte yedi şampiyonluk, iki İtalya Kupası, bir Şampiyon Kulüpler Kupası, bir Kupa Galipleri Kupası, bir UEFA Kupası, bir Süper Kupa, bir Kıtalararası Kupa kazanan Scirea, 1982 Dünya Kupası’nı kazanan İtalya Milli Takımı’nın savunmasının bel kemiğidir. Futbolu bıraktıktan bir yıl sonra yani 1989’da yakın arkadaşı Bonniek’in maçını izlemek için gittiği Polonya’da feci bir trafik kazası sonucu can verir. Futbol tanrılarının yanında yerini alır.
70’li yıllarda ‘Dahi’ Rinus Michels yönetimindeki Ajax ve Hollanda Milli Takımı muhteşem futbolu ve makine gibi işleyen oyun düzeniyle futbol tarihine damga vurur. Total Futbol ile ‘Catenaccio’ sistemi ikinci plana atılsa da aynı yıllarda Batı Alman futbolcu Franz Beckenbauer, libero kavramanı tamamen değiştirir. ‘Kaiser’ yani ‘İmparator’ lakaplı oyuncu, temel işi süpürücülük olan liberoyu oyunun en önemli mevkilerinden biri haline getirir. Artık liberolar orta sahaya kadar çıkıp oyun kurmakla kalmaz, hücuma da destek verir.
Liberolar 70’li ve 80’li yıllarda altın günlerini yaşar. İmparator Franz ve Sciera dışında kimler yoktur ki o dönemde. PSV, Barselona formaları giyen ve en golcü defans unvanına sahip Hollandalı Ronald Koeman, AC Milan formasıyla rakiplerine duvar ören İtalyan Franco Baresi, yine İtalya’dan ama bu sefer rakip takımdan yani İnter Milan’dan Giuseppe Bergomi (genelde sağ bek oynar, zaman zaman libero mevkinde görev alırdı), hem Doğu Almanya hem de Almanya forması giyen Dortmund’un yıldızı Matthias Sammer, Ada’dan İngiliz Booby Moore ve İskoç Alan Hansen, Güney Amerika’dan Şilili Elias Figueroa, Perulu Hector Chumpitaz ve Arjantinli Daniel Passarella, Fransız Marius Tresor, Romanyalı Gheorghe Popescu, İrlandalı Paul McGrath, Kızılyıldız’ın defanstaki yıldızı Sırp asıllı Romanyalı Miodrag Belodedici, Hollandalı Ruud Krol, Federal Almanyalı Klaus Augenthaler ve Uli Stielike…
Aralarından Şilili Elias Figueroa’ya ayrıca bir paragraf ayırmak lazım. 1946 yılında doğan ‘Don Elias’ lakaplı libero, dünya futbol tarihinin en iyi oyuncularından biridir. Daha 20 yaşında ülkesinin milli takımının kaptanı olan Figueroa, Güney Amerika’da arka arkaya 3 kez yılın futbolcusu seçilmiştir. Bu prestij Pele ve Maradona’ya bile nasip olmamıştır. Hatta okyanusun diğer yakasında İmparator Franz Beckenbauer’in kendini takımlarken “Ben Avrupa’nın Figueroa’sıyım” demesi de onun büyüklüğünün bir diğer nişanesidir.
90’lı yıllarda sahalarda iz bırakan liberolar ise; aslında bir orta saha oyuncusu olan ama yaşlandığında liberoya geçen Alman Matthäus, İspanyol Hierro, İtalyan Nesta, Fransız Blanc, Arjantinli Ayala, İngiliz Ferdinand…
Tüm liberolara, futbolun son adamlarına saygılarımla…