İllüstrasyonlar: M. Süleyman Sağlam
İtalyan futbol tarihi; büyük yıldızları ve büyük hikayeleri içinde barındırıyor. Bu kahramanlardan biri de Dino Zoff. Peki, onu farklı kılan ne?
“Campioni del mondo, campioni del mondo, campioni del mondo!” spiker Nando Martellini, İtalya’nın 1982 Dünya Kupası zaferini böyle duyurmuştu. O 11 Temmuz gecesi sahada en uzun kalan oyuncu, kaptan Dino Zoff’tu. Takımın tek sözcüsü olarak mikrofonların başına geçti ve dünyanın dört bir yanından gelen gazetecilerin sorularını cevapladı. Sırada, takımın kaldığı otele dönmek vardı. “Şimdikiler gibi korumalarla dönmedim” diyordu. Bir kamyonete atladı ve arkadaşlarının kaldığı yere gitti. Onu, oda arkadaşı Gaetano Scirea karşılamıştı. Bir şeyler atıştırdılar, birer kadeh içki içtiler ve odalarına çıktılar. Marco Tardelli, bu ikilinin kaldığı odaya ‘İsviçre’ adını takmıştı. Otelin sakin kalabilen tek bölümüydü. O gece de bu atmosferi korudular. Yataklarına sırt üstü uzandılar ve birer sigara yaktılar. Dünya Kupası’nı kaldıran en yaşlı oyuncu unvanını alan 40 yaşındaki İtalya kaptanı Dino Zoff, her futbolcunun hayalini kurduğu kupayı, böyle sakince kutlamıştı.
“Çalışmak Benim İçin Bir Nevi Dindir”
İtalya, ilk Dünya Kupası zaferini 1934’te yaşadığında takımın kaptanı yine bir kaleciydi. Aynı zamanda Juventus’un da kalesini koruyan Giampiero Combi, Vittorio Pozzo’nun takımının iskeletindeki en önemli parçalardandı. Gerek dönemin en iyi kalecilerinden biri olması gerekse liderliğiyle İtalyan futbolunun ikonlarından biri olmuştu. İtalya, bir sonraki turnuvada yine zirvedeydi. Kalede Combi olmasa da ülke futbolu, kendini kabul ettirmeye başlamıştı. Ama 1940’lar, futbol için doğru zamanlar değildi. Tıpkı Adolf Hitler gibi halkını kaosa sürükleyen Benito Mussolini’nin kararları, savaş sonrası harabe bir ülkenin ortaya çıkmasına sebep olmuştu. İtalya, adeta yeniden kuruluyordu…
Yeniden inşa edilen sadece şehirler olmadı. Ekonomik, sosyolojik değişimler kaçınılmazdı. Spor da payını alacaktı tabii ki. Bu alanda gidişatı belirleyen en önemli unsurların başında basın geliyordu. Spor basınının jönü de Gianni Brera’ydı. İtalya’nın savaş yaşamış neslinden saf yetenekler çıkamayacağını savunuyordu Brera. Ona göre; yeterince beslenememiş, psikolojisi sağlam olmayan bireylerden yaratıcılık ve yetenek beklemek yanlış olurdu. Çalışkanlık, dayanıklılık, direnç… Özellikle futbol sahalarında bunları görmek istiyordu. Öne çıkardığı ikon ise bu tanımlara en uygun isimdi belki de: İtalyan bisiklet efsanesi Fausto Coppi.
“Hep kaleci olmak isterdim. Sebebi, büyük ihtimalle kalecilerin yalnız adam olmasıydı. Ve benim bireysel sporları sevmem.” Friuli’de savaş döneminde büyüyen Dino Zoff, Coppi ve yürüyüşte olimpiyat madalyaları kazanan Abdon Pamich’i kendine örnek almıştı. İki sporcu da Brera’nın tanımına uyuyordu. Spor sahnesinin dışında ise rol modeli babası Mario’ydu. “Babam, bizi doyurmak için çok çaba sarf etti. Bu yüzden çalışmak, benim için bir nevi dindi.”
Bir yandan kalecilik hayallerinin peşinden giden ve mahalledeki büyüklerin arasına karışan Zoff, bir yandan da tamircide çalışmaya başladı. 15 yaşına geldiğinde artık muhitinde adı bilinen bir kaleciydi. İlk denemesini de bu dönemde yaptı. Inter ile Juventus seçmelerine katıldı ama kulüplerinin efsaneleri olan Guiseppe Meazza ve Renato Cesarini tarafından boyu kısa olduğu gerekçesiyle beğenilmedi. Çalışmaktan vazgeçmedi… Şansı, 1960’ların başında döndü. Udinese’yi çalıştıran Luigi Bonizzoni, ona ilk şansı tanıyan isimdi. İlk öğüdü ise futbolla ilgili değildi: “Bir FIAT 600’ü vardı. Eski, kaportası bir kayışla bağlanmış bir araba. İlk antrenmanına onunla geldi ve çok hızlı kullanıyordu. Onun mekanik işlerden anladığın biliyordum ama bu çok tehlikeliydi ve o arabaya binmesini yasakladım”
Dino Zoff, Udinese’deki ilk maçında beş gol yedi, daha sonra da sürekli tartışılan bir kaleci oldu. 25 yaşına geldiğinde Mantova forması giyen, ülkenin vasat kalecilerinden biriydi. Fakat 1967’de kırılma anı yaşayacak ve Napoli’ye transfer olacaktı. Bir sene sonra milli takımla Avrupa şampiyonluğu yaşadı, Napoli ile ligin zirvesini zorladı. Şehirde ‘Superman’ olarak nam salmıştı. 1972’de Juventus’a transfer olduğunda zaman zaman eleştirilen, hatta 1970 Dünya Kupası’nda forma şansı verilmeyen, 30 yaşına gelmiş bir kaleciydi. Birkaç yıl sonra futbolu bırakacağını düşünenlerin sayısı hiç de az değildi. Ama senaryo böyle devam etmedi.
“Futbola dair en sevdiğim şey antrenmanlardı.” Dino Zoff, bir röportajında bunları söylemişti. Juventus’taki antrenörü Giovanni Trapattoni -ki kendisi de bir idman delisi olarak bilinir- tanıdığı en ciddi oyuncu olarak onu gösteriyordu: “Bazen ona sağlığı için biraz mola vermesini söylerdim ama Zoff, böyle bir şey bilmezdi. Gerçek bir spor tutkusuna harika bir örnek.” İtalyan spor yazarı Gigli Panza ise “Gördüğüm en büyük ‘amatör’ profesyonel” sözleriyle anlatacaktı onu. İşte bu çalışma azmi, Zoff’u ayrı bir seviyeye getirdi. Eski maçlarını izlediğinizde reflekslerine sıkça başvuran bir kaleciyken, zamanla çok da spektaküler kurtarışlar yapmayan ama yer tutma konusuna ders olarak gösterilebilecek bir kaleciye dönüşmesinin nedeni de buydu; profesyonelliği ve çalışma tutkusu. 1920’li ve 30’lu yıllarda hem Napoli hem de milli takımın yıldızlarından olan Attila Sallustro, bir sohbetlerinde onu şu sözlerle kutluyordu: “Milli formayla birçok şampiyon gördüm ama sen en iyisisin. Sadece direkler arasında değil; antrenman sahasından soyunma odasına kadar…”
Zamana Karşı
Juventus’a transfer olan Dino Zoff, artık milli takım için de vazgeçilmeze dönüşmüştü. O sene, eldivenleri giydi ve uzun süre kimseye bırakmadı. 20 Eylül 1972’de Yugoslavya ile oynadıkları ve 3-1 kazanılan maçta yediği golden sonra 15 Haziran 1974’e kadar milli maçlarda tam 1142 dakika gol yemedi, Newsweek’in kapağına taşındı. Bu 1142 dakikanın en görkemlisi ise 1973’te İngiltere’yi Wembley’de yendikleri 90 dakikaydı. İngilizler saldırdı, Zoff kurtardı ve Capello’nun golüyle İtalyanlar kazandı. Aynı yıl, Ballon d’Or oylamasında ikinci sıradaydı. Bu, 1963’teki Yashin’in birinciliğinden beri bir kalecinin en iyi derecesiydi. Brezilya, Batı Almanya, İngiltere (iki kez) ve Avusturya gibi mühim rakiplerin de aralarında bulunduğu 12 maçta gol yemeyen Zoff’un rekoruna bir sürpriz, Haiti forveti Sanon son verecekti…
Milli takımdaki yerini sağlamlaştıran 1 numara, Juventus’ta ise hanedanlık kuracaktı. Art arda tam 330 lig maçına çıktı. Buffon, kendisinin 112 maçlık (Zoff’un kuşağında 100 maçı geçen oyuncu yok) milli takım performansını solladığında “Nasıl olsa benim art arda 330 maçlık rekorumu geçemeyecek” diyen Zoff, kendisi için bile bugünkü şartlarda bunu imkânsız görüyor: “Gol sonrası yapılan danslar beni sinir ediyor. Rakibe saygı eksikliği olarak görüyorum. Benim zamanımda bunlar yapılsaydı, 330 maç atılmadan sahada kalamazdım.”
Zoff’un çalışma azmi, bu devamlılığı ile birleşince, kaleci yetiştirme konusunda marka diyebileceğimiz İtalya’da dahi onu meslektaşlarının bir adım ötesine taşıdı. Gazeteci Piero Dardanello, onu İtalyan kaleciler arasında bir numaraya koyarken “Çünkü üst seviyede uzun yıllar oynadı” diyordu.
Dino Zoff, 1972’de başladığı Juventus kariyerini 1983’te tamamladığında tam 41 yaşındaydı. Şampiyonluklar kazandı, kulübün ilk Avrupa zaferi olan UEFA Kupası’nda kalede o vardı. Bütün bunların yanında, Trapattoni-Boniperti işbirliği ile tarihinin en görkemli yıllarını yaşamaya hazırlanan takımın temel direği oldu. Ama görevinin de farkındaydı: “Kaleciler, diğer futbolcular gibi sahada bir şeyler yaratamazlar. Onların görevi, diğer futbolcularının yaratıcılıklarına karşı koymaktır.”
Kulüp seviyesinde bunları yaparken, milli takımla da 1982 zaferine ulaşmıştı. Ama hâlâ eleştirilerden kurtulmuş değildi. 2010’da Malcom Pagani’ye verdiği röportajda şöyle bir konuşma geçiyordu ikilinin arasında:
-Sana bir şey anlatayım mı?
-Söyleyin
-Ben hiç Serie A’da en iyi 11’e seçilmedim
-Böyle bir şey mümkün mü?
Dino Zoff, her ne kadar dünya futbolunun takdirini kazansa da ülkesinde sık sık okların hedefiydi. 1978 Dünya Kupası’nda Haan’dan yediği golün finale mal olduğunu söyleyenler çoktu. Üçüncülük maçında Nelinho’dan yediği golün de ülkeyi bronz madalyadan ettiğini savunanlar vardı. 1983 Şampiyon Kulüpler Kupası Finali’nde Felix Magath’tan yediği ve Juventus’u kupadan eden golde de artık gözlerinin görmediğini söylediler. 1982’ye giderken de benzer yorumu yapmışlardı. Zoff, özellikle Magath’tan yediği gole, bugünün terimiyle karşılık veriyor: “Şimdi o gollere ‘Eurogol’ diyorlar, o zaman kaleciye “Kör” diyorlardı. “
Bu eleştirileri yapanların başında Gianni Brera geliyordu aslında. 78’de Haan’dan yediği golde Zoff’un gözlerinin bozuk olmasının sebep olduğunu söylemişti. Ama o da efsanenin hakkını veriyordu: “Kesinlikle Combi’den daha iyiydi. Sadece performansı, devamlılığı ve uzun süren kariyeri nedeniyle değil; kazandıklarıyla da…”
1982 Lideri
Aslında Brera’nın ‘kazandıkları’ karşılaştırmasında Zoff’un acayip bir üstünlüğü de yok. Combi’nin beş, onun altı İtalya şampiyonluğu var. İkisinin de birer Dünya Kupası. Combi döneminde Avrupa Kupaları’nın henüz olmadığını da unutmamak gerek. Fakat Zoff’u ‘kazanan’ yapan kupa, İtalyan futbol tarihinin en ikonik zaferiydi belki de: 1982 Dünya Kupası.
“2006’da Berlin’de kupayı kazanan takıma büyük saygım var ama 1982 başka bir şeydi. Finale; estetik ve pragmatizmin kusursuza yakın bir senteziyle gitmiştik.” Az konuşmasıyla tanınan Zoff, yıllar sonra 82 yazını bu afili cümleyle özetledi. 2. Dünya Savaşı sonrasında özellikle 1960’larda kulüpler düzeyinde Avrupa’nın zirvesine çıkan ülke futbolu, Dünya Kupası’nda hayal kırıklıklarına alışmıştı. 1968’de Avrupa Şampiyonası kazandı (Hem Dünya Kupası hem de Avrupa Şampiyonası kazanan tek İtalyan futbolcu) ama o ‘Euro’ bugünkü ‘Euro’ değildi. 1982 Dünya Kupası, bu açıdan büyük bir dönüm noktası olarak İtalya futbol tarihine geçti. Azzurri şampiyon oldu, lig bir anda büyük bir festivale dönüştü ve 1990’ların sonuna kadar sürecek olan yükseliş dönemi başladı.
İtalya, İspanya’ya giderken çok eleştirilmiş, gruptan üç beraberlikle çıktığında üzerlerine toprak atılmaya başlanmıştı. İşte bütün bu zor dönemde, ‘kanlıları’ basın mensuplarıyla muhatap olan tek futbolcuydu kaptan. Süreci, antrenör Enzo Bearzot ile yöneten isimdi. Özellikle ikinci tur grup maçlarında sonra yükselişe geçen performans insanları umutlandırırken, kritik Brezilya maçının son anlarında Oscar’ın vurduğu kafaya tam da çizginin üzerinde dur dediği pozisyon en az Paolo Rossi’nin performansı kadar ikonik bir andı. Üstelik iki yıldır futbol oynamayan Rossi’nin eski formuna kavuşmasında da liderliğiyle pay sahibi olmuştu.
“Takımı gerçek manada temsil eden tek kişiydi. Hepimiz için büyük bir örnekti, benim için daha da fazlası” diyor Rossi, takımın lideri için. Sahada arkadaşlarını uyaran ama saha dışında pek de konuştuğu duyulmayan bir adam olarak anlatıyorlar onu. En yakın arkadaşı Gaetano Scirea’nın ölüm yıldönümünde “Onun en çok sessizliğini özledim” demesi ve “Herkes konuşur. Banallik öldürür, sessizlik güçlendirir” sözleri, liderlik metodunu özetliyor. Onu, antik çağdaki Olympia sporcularına benzeten Giorgio Tosatti, “Gerçek bir lider, suskun insan. Sessizliği, binlerce kelimeden daha çok heyecan vericiydi. Sağlamlığı ise birçok manifestodan daha güven vericiydi.” diyordu. Nicola Colzaretta daha da ileri gidiyor, “Toplumsal güven anıtı” sözleriyle…
Gazeteci Ugo Russo ise katıldığı bir televizyon programında artık gençlerin hem sahada hem saha dışında örnek alacağı oyuncular kalmadı dedikten sonra, eski Serie A günlerine dönüyor ve Dino Zoff’u örnek göstererek “Sahada ve saha dışında kusursuz bir lider, harika bir profesyoneldi. Hiçbir zaman skandallarla anılmadı” diyordu. Dino Zoff’un 1982 yazında zirveye çıkan liderlik melekeleri, onu ayrı klasmana taşıyan özelliklerden oldu. Futbol hayatı sonrasında da kişiliğini ve bireysel ilişkilerdeki titizliğini saha kenarına taşıdı. “Antrenör, sayılar ya da stratejiye kafa patlatan biri değildir. Antrenör bir liderdir. Ben insanlardan başlarım, insanlara inanırım.”
Juventus ile UEFA Kupası kazanan antrenör Zoff, saha kenarı kariyerinin en sükseli imzasını da yine milli takımla konduracaktı ki Euro 2000 Finali’nde son birkaç saniyede kupa ellerinden kaçtı. Maç sonunda, İtalya’nın en güçlü adamı Berlusconi’nin amatörlükle suçladığı isimdi. Zidane’ı adam adama markaja almadığı için eleştiriliyordu. Belki de antrenörlüğünden birkaç gömlek üstün olan topçuluk zamanlarından bunlara alışıktı ama eleştirinin Berlusconi’den gelmesi onu yaralamıştı. “Ondan haysiyet dersi alacak değilim” dedi ve istifa etti. Yıllar sonra o gün için şunları söyleyecekti: “İstifa, İtalya’da devrimci bir harekettir. Pişman değilim hiç de olmadım.”
Dino Zoff, 1982 anılarını anlattığı neredeyse her programda ya da röportajda sürekli dönemin Cumhurbaşkanı Sandro Pertini’ye değinmeye devam ediyor. Pertini’yle Scopone (bir kart oyunu) oynadığı anısı zaten bir klasik artık. Ama o ve onun gibi birçok futbolcuyu etkileyen esas şey Pertini’nin bu zaferden nemalanmaya çalışmayan bir politikacı olması. Zoff anlatıyor: “İtalya’ya döndüğümüzde bir yemeğe gittik. Pertini bana ‘Zoff, siz sağıma oturun’ dedi. Bearzot’a da ‘Siz de soluma. Takımın diğer oyuncuları da kalan yerlere otursun.’ Milletvekili ve bakanlara yer kalmamıştı. Bana döndü, ‘Demek oluyor ki onlar da başka yerde yiyecek!’ dedi.” Böyle bir ortamdan sonra Berlusconi’nin İtalyası aslında çok da Zoff’a göre bir yer değildi. Ya da biraz daha ileri gidersek Berlusconi gibilerin dünyası…
Gelenek Önemlidir
“Bugünün aileleri, çocuklarını fenomen gibi yetiştiriyor. Ailem bana ‘Futbol oynamak mı istiyorsun? Tamam, dene ama tamirhanede de çalış’ dedi. Sanırım Napoli’de oynuyordum… Bir maçta hiç beklemediğim bir şuttan gol yedim. Çok şikâyet ediyordum. Babamla konuştuğumda, “Dino, ne iş yapıyorsun? Kaleci misin yoksa eczacı mı? Eczacıysan rakibinin şut atmasını beklemeyebilirsin, bu senin hakkın. Ama kaleciysen bu hak, yasal olarak elinden alınmıştır’ dedi.”
Dino Zoff, savaş döneminde yetiştiğini belki de kariyeri boyunca kanıtladı. Suskunluğu, çalışkanlığı, alçak gönüllülüğü… Hep o kuşaktan olmasının eseriydi. 1982’deki takımda da kuşaklar arasındaki bir bağ olmuştu belki de… 1970 ve 1980’li yıllarda gençliğini yaşayan ve Primadonna hayatı süren futbolcularla, Friuli’li bir çiftçinin oğlu kaptanın kaynaşmasıydı. 11 Temmuz 2017’de 1982 zaferinin yıldönümünde konuşan Collovati’nin anlattıkları bunun kanıtı bir nevi: “Bir Whatsapp grubumuz var, adı “82’nin Çocukları” Günde yüzlerce kez yazılanları okuyup duygulanıyorum. Tek eksiğimiz var; Zoff. Whatsapp’ın nasıl kullanılacağını bilmiyor!”
Euro 2000’de oynattığı ve çağ dışı olarak eleştirilen ‘milenyum katenaçyosu’ da eskiye bağlılığının bir göstergesi olabilir pek tabii. Birkaç yıldır İtalya’da yükselişe geçen Çinli ya da ABD’li sahipler ile ilgili yorumundan da farklı bir şey beklemek yanlış olur: “Değerleri ve gelenekleri kaybetme riski var ama dünya değişiyor. Wimbledon’ı örnek alalım. Beyaz üniformalar… Gelenek, bu gibi şeylere önem verir, kötüleyip bir kenara atmaz. Bir yandan kaybolan geleneklerin olabileceğini de anlıyorum ama. Modern dünya, her şeyi 24 saatte kül ediyor. Sürecin gelişimini anlamak zor.”
Futbol ne kadar değişirse değişsin, İtalyan futbolunun kaleci yetiştirme konusundaki maharetlerinden söz açıldığından Dino Zoff hâlâ listenin başlarında. Tek varisi ise şu anlık Buffon gibi duruyor. Daha 19 yaşındayken Buffon’u izleyip, ondaki potansiyeli fark ettiği günü net bir şekilde hatırlayan Zoff, iki yaşayan efsane arasındaki kıyasa şu cevabı veriyor: “Buffon, çok genç parladı. Ben ise zamanla olgunlaştım. Ama bu, kendimi altta gördüğüm anlamı taşımasın!”
Buffon’la olan rekabetinden memnun gibi. Aslında Buffon’un kariyerinde de onunkine benzer noktalar var. Ama daha da önemlisi Gigi’nin de geleneklere bağlı bir lider olması. Yeni kalecilerle ilgili ise Zoff’un kafasındaki soru işaretleri yine modern dünya ile alakalı:
“İlginç oyuncular var. Benden daha yaratıcılar. Kısa kollu, parlak formalar, 93 ya da 99 gibi farklı sırt numaraları… Bu konuda fazla eski kafalıyım sanırım. Ben; uzun kollu, siyah ya da gri ve sırtında 1 numaralı formayı severim. Kaleci, 1 numaradır!”