– Bir Topraksaha Röportajı-
Röportaj: Batu Anadolu – İlhan Özgen – Sezgin Rızaoğlu
Wembley’e ayak basan ilk Türk olarak da bilinen, 80’li yıllarda Fenerbahçe’de forma giyen unutulmaz libero Abdülkerim Durmaz’ı Karagümrük Stadı’nın hemen yanındaki bir kahvede yakın markaja aldık. Sohbette yer yer futbolcular geçti ama meşin yuvarlak hiç geçmedi.
Abdülkerim Durmaz, yetiştiği semtin yani Karagümrük’ün genç takımında futbola başladı. Sonra A Takım yılları… Unutulmaz liberolar arasında yer alsa da ilk yıllarında bir hücum oyuncusuydu. 1982-83 sezonunda eski Fenerbahçeli kaleci Datcu yönetiminde Karagümrük, yirmi iki yıl aradan sonra şampiyon oldu ve Birinci Lig’e çıktı. O zamanlar kendi tabiriyle ‘Alex tipinde’ bir orta sahaydı. Markaj yapmaz ama gol kovalardı. Hatta takımı şampiyon olurken o attığı 17 golle ikinci lig gol kralı olmuştu. Birden kendini libero pozisyonunda buldu, gelin geri kalanını onun ağzından dinleyelim.
Forvetten son adamlığa geçiş nasıl oldu?
O zamanlar 21-22 yaşlarında genç bir oyuncuyum. Datcu’dan sonra Metin Türel teknik direktörümüz oldu. Türkiye’nin en iyi teknik direktörlerinden birisi o zaman. Hoca, çok gol yediğimiz için devre arasında oynanan Donanma Kupası’nda beni libero oynattı. Fenerbahçe ve Galatasaray’a karşı müthiş oynadım.
Peki savunmaya geç denince ne hissettin?
İlk başlarda yadırgamıştım. Ama bizim zamanımızdaki libero; kalecinin önünde sarkık oynardı, adam markajı yapmazdı. Ben narin bir oyuncuydum, adam adama oynayacak bir yapım yoktu. Liberoda daha zeki oyuncu olması lazım, stoper santraforla uğraşırken seken topları toplayıp, topu oyuna iyi sokman lazım. Benim stilim ona uygundu. Şimdiki defans oyuncularının hepsi bir örnek, ağır adamlar. Bizim dönemimizde ben, bir orta saha oyuncusundan daha tekniktim. Şimdi Alex’in libero oynadığını düşünsene. Fenerbahçe’deki ilk yılımda kalecinin önünde oynamama rağmen birçok golde katkım vardı. Verkaçlara girer, gol pası atar, yerime dönerdim. O zaman Müjdat (Yetkiner) geride benim bölgemde kalırdı. Dolayısıyla topu oyuna sokmada becerim iyiydi. Hücum ağırlıklı bir oyuncu olduğum için o günden sonra Karagümrük’te Metin hoca beni libero bölgesinde değerlendirdi.
O dönem dünyadaki liberolar da topu oyuna iyi sokan oyunculardı, değil mi?
Beckenbauer, Matthäus gibi oyuncular öyleydi. Topu iyi kullanabilen, oyun zekası iyi, kademeye giren oyunculardı. Ben sahaya bakıyorum, rakibim orta saha oyuncusu mesela. “Bu kesinlikle bizim İsmail’in arkasına top atacak” diyordum, oraya koşup önceden müdahale ediyordum. Bir de orada rakibe çalım atarsam seyirci bayılıyordu. Yalandan kaleciye de topuk pası veriyorum, geri pas serbestti ya o dönemde, Fenerbahçe taraftarının hoşuna gidiyordu.
Kaleciye geri pas oyunu çok yavaşlatan bir şeydi değil mi?
Tabi canım. (Gülerek) Biz Yaşar Abi’yle (Duran) verkaç yapıyorduk 10 dakika.
Çocukken fanatik Fenerbahçeli olduğunu biliyoruz, o dönemde idolün kimdi?
Cemil Turan ve Osman Arpacıoğlu. O ikisinin hayranıydım. Ben küçükken Yılmaz Şen’i, Niyazi’yi hatırlıyorum. Pele gösteri maçına gelmişti, o zaman da tribündeydim. Büyük fanatiktim. Düşünsene Fenerbahçe için tezahürat yapıyorsun sonra Fenerbahçe’den teklif alıyorsun.
Fenerbahçe maçına gitmek için Karagümrük’te oynamadığın oldu mu hiç?
O kadar değil tabi, biz de nihayetinde iş yapıyoruz. Ama Karagümrük maçının devre arası olurdu herkese sorardım “Fenerbahçe maçı kaç?” kaç diye.
Veselinoviç, senin için “gördüğüm en yetenekli oyuncu” demiş. O ilk sene nasıldı?
İlk geldiğim sene şampiyon olmuştuk. Beni çok tutuyordu hoca ama ben de o sene gerçekten çok iyi oynuyordum. O dönem Fiorentina ile UEFA Kupası maçımız vardı, harika oynamıştım. Bütün İtalyan gazeteleri benden bahsetmişti. 2-0 kaybetmiştik ama bir pozisyonda bizim kalenin önünden topla atağa çıktım, 6-7 kişiyi geçtim ceza sahasına girdim. Fiorentina kaptanı Passarella beni düşürdü. Hakem penaltı değil de serbest vuruş verdi. Karikatürüm çıkmıştı; hakem beni kucağına alıp, ceza sahasının dışına taşıyor falan. Veselinoviç ülkeye döndüğümüzde “en büyük keyfim, sigaramı yakıp Abdülkerim’i izlemek” demişti. İtalya’daki gazeteciler beni “Türk Beckenbauer” olarak gösteriyorlardı.
Peki yurtdışından transfer teklifi geldi mi?
Yalan olmasın, gazetelerde “Fiorentina Abdülkerim’i istiyor” diye haberler çıktı. Sonra yöneticimiz Hüsnü Çil: “Daha yeni aldık, satmayı düşünmüyoruz” dedi. Ama her sene böyle haberler çıkıyor, ortada bir şey yoktu ama.
Futbolun kadar gece hayatın da ön plandaydı. Takım arkadaşlarından gece hayatında takıldığın var mıydı?
Arif vardı. Arif Kocabıyık. O hepimizin piridir. Beni İstanbul gece hayatına o alıştırdı. Onu tanıdığım güne lanet olsun. (Gülüşmeler) Çok severim ama. İnsan olarak çok seviyorum Arif’i. 10 numara insandır.
Topçuluğu da 10 numaradır zaten…
Türkiye’de o yetenekte futbolcu yok şu an. Tek eksiği, çok kötü bir yaşantısı vardı.
Başka kimler vardı gece hayatı takımında?
Kaleci Yaşar vardı, Selçuk vardı. Rahmetli Selçuk Yula da çok severdi gece hayatını, gezmeyi. Yaşar, Selçuk, ben, Arif, rahmetli Erdoğan Arıca, o da severdi. Sarı Metin (Metin Tekin), Erhan Önal, Sarı İsmail (İsmail Demiriz), Rambo Yusuf (Yusuf Altuntaş)… Böyle 15 kişilik bir grubumuz vardı.
Bir de meşhur Bordeaux maçınız var? O maçı kazanacağınıza inandınız mı?
Yok ya ne inanması! (Gülüşmeler) Hiç unutmuyorum, Bordeaux’ta otelden çıktık, otobüsle stada gidiyoruz; Erdoğan Arıca, Selçuk Yula, Cem Pamiroğlu ve ben yani takımın papazları en arkada oturduk. Erdoğan ağabey, büyüğümüz olarak diyor ki: “Lan oğlum, çabuk çabuk oynayalım, çabuk çabuk dönelim” Cem ağabey de: “Adam gibi oynayalım, adam gibi yenilelim” diyor. Rahmetli Hüseyin’e de “Fazla hücuma çıkmayın” diye tembihliyor. Yani işimiz gücümüz yenilmek ama efendice yenilmek! Korkuyoruz. Bir sene önce Fransa, Avrupa Şampiyonu olmuş. Bunlarda da yedi tane Fransa Milli Takımı’nda oynayan oyuncu var. Tigana, Giresse, Lacombe, Batiston… Çok güçlüler yani.
Nasıl kazandınız peki?
Vallahi hiçbir şey hatırlamıyorum. (Gülüşmeler) Selçuk uçtu gitti bir tane attı. Oraları görmüyorum ben zaten. Hep bizim 18’in içindeyiz. Gol oluyor, bizimkiler seviniyor. Biz Erdoğan ağabey ile hiç çıkmıyoruz, onlar geliyor biz karşılıyoruz, onlar geliyor biz karşılıyoruz… Faul oluyor, yatıyoruz. Golü ne kadar geç yersek o kadar avantaj hesabı. Ama o aralar Selçuk, İlyas filan çok iyi futbolculardı. Ben sonra o maçı televizyondan izleyince: “Ulan ne güzel gol atmış Selçuk, İlyas da süper ara pas atmış” dedim. Ama maç zamanı golü hatırlamıyorum hiç. Top kaleden uzaklaşınca rahatlıyorduk biz. (Gülüşmeler) Şenol’un attığı golü hatırlıyorum ama. “Nasıl gol oldu? Top kaleye bile gitmedi” demiştim içimden. Devre arasında soyunma odasına gittik, Erdoğan ağabey: “Tamam, şimdi 3-1’de olsa iyi” demişti. “Acaba mı?” falan demedik hiç. Düşünsene 2-1 öne geçtik, hala gol yemeyi düşünüyorduk. Erdoğan ağabey: “Tamam Apo, sonlara doğru yiyelim de 2-2 bitsin” diyordu. Ben de “Niye yiyelim ağabey” diyordum. Sonlara doğru yedik ama, 2-2 oldu. Sonra rahmetli Hüseyin bir şeyler yaptı, vurdu gol oldu. Skor 3-2 olunca, “Tamam artık yemeyiz” dedim. (Gülüşmeler) Abartmıyorum, inanmıyoruz hiç galip geleceğimize.
Soyunma odasında bile uzun süre galibiyet kutlanmamış zaten…
Tabii. Maç bitti, içeri girdik, herkes oturuyor. Sanki her gün Bordeaux’u yeniyoruz. Ayıkamıyor kimse galip geldiğimizi. En son Selçuk: “Beyler, maç bitti. Ne oturuyorsunuz hala?” dedi. Sonra kalktık ayağa sevinmeye başladık. Biz, 3-2 ama bir devre daha var bizi yenecekler diye bekliyoruz. (Gülüşmeler) Selçuk öyle deyince uyandık, şampanyalar falan patlattık sonra…
Şampanyayı nereden buldunuz?
Orada şampanya dediğin şey stadyumda bile var. Avlu gibi bir yer vardı, otel avlusu gibi. Oradaydı soyunma odaları. Hemen üstünde de seyircilerin bir şeyle içtiği bir yer vardı. Oralarda bulunuyordu şampanya.
Bu galibiyeti tesadüf gibi mi gördünüz? Biz buradan yürürüz, ikinci turu da geçeriz demediniz mi?
3-2 orada kazandık. Burada 1-0 yenilsek bile tur atlıyorduk. Maçtan birkaç gün önce kampa girdik, uyku uyuyamıyoruz. 2-0, 3-0 yenilip elenirsek, bu kadar hava cıvadan sonra ayıp olur diye konuşuyorduk. Turu geçtiğimize bile inanmadık. Rövanş da burada 0-0 bitmişti ama maç boyunca hep eleniriz düşüncesi vardı. Ondan sonra Bordeaux’nun yanında takım olmayan Göteborg’la eşleştik, rezil olduk. İsveç’te dört yedik.
Bordeaux zaferinden sonra hemen lig maçında Gençlerbirliği’ne de puan kaybettiniz. Takımların Avrupa maçlarından sonra lige uyum sağlayamama hastalığı o dönemde de vardı sanırım…
Evet, hele o zaman alışık değiliz bir de. Bordeaux’tan dönüyoruz, Yeşilköy’ü bir görsen korkarsın; insan seliydi. Yeşilköy’den Bağdat caddesine 6-7 saatte gitmişti takım. İki gün sonra İstanbul’da Gençlerbirliği maçına çıkıyoruz. İki gün önce Tigana’yı tutmuşum, iki gün sonra ‘Gençlerbirliği’nin sol bekini tut’ diyorlar. Olmuyor tabii. Sonra adam soldan bir kesti, Halil İbrahim vurdu; gol. Gençlerbirliği’ni yenemedik sahamızda.
Sana gelen en büyük eleştirilerden biri de işini ciddiye almadığın. Cidden o zaman futbol bu kadar profesyonel bir iş olarak görülmüyor muydu?
Kazanılan rakamların çok büyümesiyle ilgili bu. Şimdi adam futboldan hayat kurtarıyor. En kötü futbolcu bir milyon avroya imza atıyor. İlk 11 oynamayacağı belli olan futbolcu bir buçuk milyona imza atıyor, bir de surat asıyor! Adam tabii ki ciddiye alacak. Ben ikinci yılımda Fenerbahçe’ye 50 milyon liraya imza attım. O zaman tek yıllık mukavele de yoktu. Para mı kazanıyorduk? Şimdi iki yıllığına üç milyona imza atsan, kendine ona göre bakarsın, işini ciddiye alırsın, rekabet ortamı etkili olur… Ben 50 milyon Fener’den alıyordum; “Seneye kovulsam 25 milyon da başka bir takımdan alırım, bir ev alırım, bir tane daha alırım.” diyordum. Şimdi futbolcu olsam Karagümrük semtini satın alırım.
Biraz da milli takımı konuşalım. Nasıl başladı milli takım maceran?
Fenerbahçe’ye transfer olur olmaz direkt milli takıma gittim. Daha lig maçı bile oynamamıştım. Karagümrük’teyken Ümit Milli olmuştum, bir de Fas’ta Akdeniz Oyunları vardı. Amatör milli takımla da oraya gitmiştim. Sonra Fenerbahçe’ye geldim, TSYD Kupası’nda iki maç oynadım, iki hafta sonra milli takım kadrosu açıklandı ve antrenör Candan Tarhan tarafından milli takıma ilk kez o dönemde çağrıldım. Maç da Polonya maçıydı.
Sedat 3’ü (Özden) libero olarak oynattıkları için seni milli takımda stoper olarak da kullandılar. Zorlanmış mıydın?
Coşkun Özarı’nın Sedat 3 hastalığı vardı. Sedat 3’ten vazgeçmezdi. Onun adamları vardı; Fatih Terim, Sedat 3 gibi. Mesela Fatih Terim’i oynatmak için aslen libero olan Alpaslan Eratlı’yı da sol bek oynatırdı. Candan Tarhan döneminde milli takımda libero ben oynuyordum, Sedat ağabey de zaten futbol hayatının sonlarına gelmişti. Sonra Coşkun Özarı milli takımın başına geçti, kadroyu açıkladı; Sedat ağabey milli takımda. Milli takıma alınması gündemde bile değildi oysa. Seçilince; “Eyvah, ben yandım” dedim. Sedat ağabey libero, Raşit Çetiner’le beni de beşli savunmanın stoperi olarak oynattı. 5-0’lık İngiltere maçlarında, stoperde Raşit’le ben oynuyorduk, arkamızda da sarkık libero olarak Sedat ağabey oynuyordu. Lineker’le beni adam adama verdi, sonra adam dünya yıldızı oldu. Belki başkası tutsa hiçbir şey olmayacak. Üç gol attı katkılarımla(!) Dünya futboluna sundum adamı, arayıp sormadı. (Gülüşmeler)
O İngiltere maçını izlediğimizde zaten senin adam markajı konusunda tecrüben olmadığı çok belli oluyor.
Aynen öyle. Maçtan önce dedim ama Coşkun Özarı’ya. ”Ağabey, istersen beni oynatma. Benim evime hırsız girse, ben onu tutamam. Uyur gibi yaparım, adam kaçar gider. Ben nasıl tutayım santrafor adamı. Ben sarkık libero oynuyorum arkada, bilmem ki stoper oynamayı! Sedat ağabeye ver”. Coşkun Özarı da beni rahatlatmak için: “Lineker acemi çocuk, boyu kısa, ilk milli maçı zaten ondan sana verdim” falan diyor. Diğer santraforları Hateley o zaman daha ünlüydü. Onu Raşit Abi tutmuştu. Maçtan sonra: “Keşke Hateley’i ben tutsaydım hocam” dedim. Adam kazma, Lineker cam gibi, durduramıyorum adamı. Velhasıl o maçı unutamıyorum. Wembley’in de faktörü var tabii unutamamamda.
Hep İngiltere maçındaki anılarınla basında yer aldın. Saha içinde unutamadığın olayların yaşandığı başka bir milli maçın var mı?
Romanya’da oynadığımız Romanya maçı var. İlk yarıda üç oldu. Metin Tekin: “Saate bak” diyor, bir bakıyorum, daha 15 dakika olmuş ama biz gol yemişiz. Hagi gençti o zaman, uçurtma gibiydi, tutamıyorduk. Bir vuruyor gol! Neyse ki ikinci yarı makara yaptılar, top çevirdiler de üçte kaldılar. Hatta ikinci yarı penaltı falan da kaçırdılar.
O dönemde libero olarak örnek aldığın futbolcu?
Top oynarken dünya futbolunu çok takip etmiyorduk. Beckenbauer’i falan beğenirdim. 70’li yıllarda Cruyff ve Beckenbauer’i izlerdim işte… Libero olarak Baresi falan vardı. Televizyonda çok izleyemezdik o zamanlar. Bir tek TRT, İtalya Ligi’ni verirdi. Onu izlerdik işte.
Hayranı olduğun milli takım var mıydı?
Her Türk gibi Brezilya hayranlığım vardı. O zaman Türkiye’de herkes Brezilyalıydı.
Peki oynadığın dönemde hayran olduğun bir futbolcu?
Rıdvan Dilmen’i Sarıyer’de oynadığı dönemden beri çok beğenirdim. Hatta o dönemde rahmetli Hüsnü Çil yöneticimizdi, ona sürekli; “Ağabey, şu Rıdvan’ı al, Galatasaray’a giderse yanarız. Kaptırmayalım” falan derdim. Çok istiyordum Fener’e gelmesini. Zaten milli takım kamplarında da çok aklına girerdik. Cem Pamiroğlu’yla birlikte; “Rıdvan, bize gel. Fenerbahçe iyidir” derdik. Müthiş bir oyuncuydu. Ben öyle bir oyuncu görmedim.
Neydi bu kadar beğenmenin sebebi?
Zekiydi ve Messi kadar süratli ve çabuktu. İddia ediyorum, bugün futbol oynasaydı eğer; ‘Messi mi, Ronaldo mu?’ yerine ‘Messi mi, Rıdvan mı?’ diye karşılaştırma yapılırdı. Abartmıyorum. Ben pek hücum oyuncusu da beğenmem. Rıdvan, bambaşka bir futbolcuydu, doya doya izlemenizi çok isterdim.
Peki Tanju nasıl oyuncuydu?
Büyük golcü. Allah vergisi bir gol vuruşu var mesela. Olacak şey değil. Ayak içi yakaladı mı… Mesela 30 metre yakaladı mı eyvah diyorsun plase atacak. Nihayetinde de atıyor, hem de nasıl atıyor. Ben gerileyim, ayak üstü topa vurayım, onun ayak içi vurduğu top benimkinden daha hızlı gider. Acayip bir vuruş tekniği var. Bir kere o kafadan golcü. Ama günümüzden mesela Burak’a bakıyorsun. Burak golcü molcü değil. Bazı oyuncular vardır, allah yürü ya kulum der, müthiş bir ya da iki sezon geçirir. O kadar. Tanju gibi golcüler öyle değil. Onlar her sene gol atarlar. Mesela Burak 60 maç gol atamayabilir, bu da benim için sürpriz olmaz. Benim için asıl sürpriz onun gol atması (Gülerek)…
Burak’ın tarzını beğenmediğini cümlelerinden anlıyoruz. Günümüzde izlemeyi sevdiğin futbolcu var mı?
Vardı, gitti. Alex de Souza’ydı. Mesela ben evde sabaha kadar otururum, uyuyamam çünkü. Alex buradayken de sabah 6’ya kadar onun tekrar maçlarını seyrederdim. Tekrar tekrar… Şimdi de Brezilya ligini denk getiriyorum, Coritiba maçlarını takip ediyorum. Hemen çayı koyarım, televizyonun karşısına geçerim. Koşmasa bile olur, yürümesi de yeterli sahada. Başka kimse yok. Kimse de umrumda değil aslında. Paytak paytak koşan Kuyt’ı mı izleyeceğim… Bir de Fener seyircisi seviyor. Deliriyorum… Takım bir kişi eksik oynuyor, kimsenin haberi yok. Kafaya çıkmıyor, süratli değil, adam geçmiyor… “Ne meziyeti var?” diyorum, “Çok iyi niyetli” diyorlar. İyi niyet meziyet olur mu ya! 34 yaşında 3 milyon dolar kazanıyor, yok bir de kötü niyetli olacaktı.
Biraz da geçmişe gidelim, bize antrenörlerle kapışmalarını anlatır mısın? Mesela Fenerbahçe’de Stankoviç’le…
Kadro dışı bıraktı beni o. Sabah kahvaltıda biftek yemediğim için kadro dışı kaldım. Sene 1986. Samsunspor’la oynayacağımız maçın sabahında.
Şu olaylı Samsunspor maçı mı?
Yok, o başka… O zamanlar öğlen lig maçları vardı. O maçların sabahında da 8’de 9’da maç kahvaltıları olurdu. Stankoviç de normal kahvaltı yedirtmezdi bize. Az pişmiş, kanlı biftek, yanında püre ve su. Düşünsene sabah 8. Gözlerin açılmıyor. Canın bir bardak çay veya beyaz peynir istiyor. Hepsi yasak. Bir de ondan önce Veselinoviç’le çalışmışız. Her şey serbestti. Kahvaltıda pastırmalı yumurta yiyorduk, ağzını açmıyordu. Onun için o sezon şampiyon olduk zaten! Bir antrenör düşün, onunla her şey serbest. Maçtan önceki gece uyumana bile karışmıyor. İstersen o gece 2‘ye, 3’e kadar otur. Stankoviç öyle mi? O, akşam 10’larda odana geliyor, ışığını kapatıyor. Hatta odadaki televizyonları toplatıyor. Çok sıkı biriydi. Hayatı zindan etti bize. Sabahın 8’inde Allah aşkına kanlı biftek yenir mi ya? Çatalı bir batırıyorsun kan fışkırıyor. O sabah da içim almadı. 3 saat sonra da maç var. Stankoviç de başımızda, tabakları kontrol ediyor. Ben de bir plan yaptım: Bifteğin üstünü püreyle örttüm. Sonra ‘yemek bitti’ mahiyetinde kaptan Cem Pamiroğlu afiyet olsun deyince hemen odaya fırladım, oda servisini aradım. Yumurta, beyaz peynir, salam, zeytin, güzel bir de çay istedim, beklemeye geçtim. Bir süre sonra kapı çaldı. Kapıyı açtım, elinde tepsiyle bir görevli. “Geç, geç ağabey” dedim. O içeri girince birden arkasından Stankoviç ve yardımcısı da içeri girdi. Sürekli bizi takip ediyor ya, herhalde o sabah da benim yemediğimi görmüş. Zaten biraz psikopat biriydi. İkinci Dünya Savaşı’nda Naziler’e esir düşmüş. Başladı Yugoslavca bağırmaya, çağırmaya. Tercümanı İlyas ağabey de anlatıyor: “Sen nasıl futbolcusun? Biraz sonra maç olacak, niye yemiyorsun! Bu ne disiplinsizlik! Kovdum seni, al çantanı git!” Samsun’dayız, nereye gideyim? Maç sabahı, birden kadro dışı kaldım. Maçı tribünden izledim, bir de 4-0 kaybettik. Ben bir taraftan seviniyorum, iyi oldu moruk için diye. Sonra kabak yine bize patladı. İstanbul’a geldik süresiz kadro dışı ve zamanın parasıyla 5 milyon lira para cezası…
Çalıştığın en iyi hoca kimdi?
Veselinoviç tabii ki. Tam benim aradığım hocaydı. Hiçbir şeye karışmıyor. Mesela Galatasaray ile maç oluyor, Suadiye Hotel’de kamptayız. Saat gece 12, otelin salonunda toplu halde film seyrediyoruz. Hoca da aramızda. Sabah maç var kimse oralı değil! En son Müjdat’la birbirimize baktık, hadi kalkalım diye. “Sör, iyi akşamlar!” dedik ve kalktık. “Nereye?” dedi. “Yatalım, yarın maç var” diye cevap verdik. “ Haydi be, Galatasaray maçı mı? Çok önemli değil. Film bitsin öyle gidin” demez mi… Böyle bir rahat adamdı.
Bu rahatlık da şampiyonluğu getirdi sanırım.
Aynen, şampiyon olduk. İkinci gelişi de 103 gol atılan sezon. Rıdvan’ların, Schumachaer’lerin dönemi… Mesela bir başka Galatasaray maçına gidiyoruz, otobüste bana: “Apo, bugün şu Erdal Keser’e bir bacak arası at, yanıma öyle gel” dedi. Başka antrenör ise; ‘Riske atma, vur taça at’ gibi şeyler söyler defans oyuncusuna, o ise bana bacak arası at diyor. Bu kadar oyuncuya özgüven veren adamdı. Almanya’da bir kamptayız. Kendisi kumar hastasıydı o zamanlarda, Almanya’da da kumar oynuyordu. Bir gün bana “sen niye oynamıyorsun” dedi. “Para yok” dedim. Cebinden para çıkardı verdi “Al, sonra verirsin” dedi. Cin gibiydi. Türkiye’ye geldiği ilk dönem. Biz at yarışı oynamayı bilmiyorduk o dönemde, daha geleli 2 ay olmuş hemen öğrenmiş. Öğrenmekle kalmamış üç tane de altılı tutturdu. Böyle antrenör sevilmez mi kardeşim? Senin işine karışmıyor. Mesela idmanda koşmuyorum; Yorgun musun?’ diye sorduğumda “evet” diyorum, “hadi git dinlen” diyor.
Seni takımdan gönderen de oydu ama?
O ikinci gelişiydi. O zamanlar ben iyice azıtmıştım. Antrenmana geliyorum, ağzım içki kokuyor. Sabah 6-7 gibi kulüpten çıkıyorum, daha ayılmadan 9’da antrenmana geliyorum. Performans da düşüyor haliyle. Şimdi düşünüyorum da adam haklı. O zaman çok kızmıştım ama şimdi haklı. Hele şimdi antrenörlük yapıyorum ve böyle bir futbolcum olacak, vay onun haline. Kulüpten içeri sokmam.
Tam da Fenerbahçe’nin meşhur 103 yıllık sezonu. O takımda olmadığın için hiç pişmanlık duydun mu? Banko oynayacaktın o takımda.
Aslında ben takımdaydım, 2-3 ay da kaldım, ara transferde gittim Ankaragücü’ne. Fatih Terim’in ilk antrenörlüğüyle ve beni o istemişti.
O dönem için, hakemlerin büyük takımları kolladığı eleştirileri var. Fenerbahçe’de oynadığın dönemde bunu gözlemledin mi? Cidden öyle miydi?
O kadar agresif oyuncuyum, Fenerbahçe’de 5 yılımda sadece 1 kırmızı kartım vardı. O da Ali Sami Yen’deki Galatasaray- Fenerbahçe maçındaydı. Sonra Ankaragücü’ne gittim, iki ayda 4 kere atıldım. Düşün işte. Fenerbahçe’deyken hakeme küfür ediyorum, atamıyor! O zamanlar büyük takımdan oyuncu atmak cesaret isterdi. Artık devir değişti.
Fenerbahçe’den sonra kafada futbolu bıraktın sanırım…
28 yaşında Fenerbahçe’den ayrıldım ya, benim jübilem o gündür işte. Para kazanmak için fiilen devam ettim ama kafada futbolu bıraktım. Bir sene Ankaragücü’nde kaldım, sonra bir sene Sakarya’ya gittim. Bir sene de orada. Ardından futbolu bıraktım. İki yıl sonra hiç unutmam, her zamanki gibi kahvede okey oynuyorum, Zeytinburnu’nun hocası rahmetli Cihat Erbil geldi. O sene Zeytinburnu büyük para harcayarak ikinci ligde şampiyonluğa oynayan takım yapmıştı. Bana: “Gel ağabeylik yap, bu takımı birinci lige çıkaracağız” dedi. Ben hemen: “Ciddi misin hocam? Ben iki yıldır kahvedeyim, okey oynuyorum içki içiyorum” diyorum, ‘olsun’ diyor. Tomarla para veriyorlar, geri tepilir mi yahu? Tabii ki kabul ettim. Zaten o sene de birinci lige çıktık. Devam et dediler ama iki, üç haftada bir arka adelem yırtılıyor. Antremanlar da ağır geliyor. “Birinci Lig’i hiç kaldıramam hocam” dedim. Kesin olarak futbolu bıraktım.
Futbolu bıraktıktan sonra Güngören, Kasımpaşa, Karagümrük, Adana Demirspor, Mersin, Kahramanmaraş, Pendik, Eyüp’te antrenörlük maceraların oldu. Baktığımızda 8-10 takım çalıştırdın ama hiç Süper Lig takımı çalıştırmamışsın. Süper Lig’den hocalık değil de yardımcılık için teklif gelse, kabul eder misin?
Bu saatten sonra yardımcı hocalık zor. Yaş olmuş 52, yapamam. Aaa.. Fenerbahçe’de olursa yaparım bak. Ya da milli takımda.
Eskiden amatörden iyi oyuncular çıkardı. Öyle ki büyük takımlar bile ilgilenirdi…
1977-78’de burada (Vefa Stadı’nda) İstanbul Bölgesel Kümesi finalleri oynanırdı. Hatta o maçlarda başbakan Tayyip Erdoğan da İETT formasıyla yer almıştı. 8-9 takım karşılaşırdı ve büyük takımların yöneticileri tribünde yer alırdı. Buradan oyuncu transfer ederlerdi. Mesela şimdiki teknik direktör Bahri Kaya, o zaman finallerde gösterdiği performansla Gedikpaşa’dan Fenerbahçe’ye transfer oldu. Düşünebiliyor musun amatör kümeden Fenerbahçe’ye… O zaman amatör ligler futbolcu fabrikası gibiydi. Oktay Derelioğlu, Serdar Topraktepe de Karagümrük’ten çıkma. Artık büyük takımların amatör ligden oyuncu alması zor. İşler başka yerlere gitti. Drogba’lar gelince amatörden oyuncu almak tuhaf kaçıyor. Ama diğer tarafta da Buca’dan Salih Uçan gibi bir adam alıyorsun. Bana göre müthiş bir oyuncu.
Bir Karagümrüklüye soralım, Vefa ne olacak? Bir zamanlar Vefa-Karagümrük çekişmesi vardı mesela.
Vefa amatörde oynayacak. Yazık, koskoca Vefa ne hallere düştü. Bizim zamanımızda en üst ligdeydi. Karagümrük-Vefa maçları vardı, kan gövdeyi götürürdü. Ama Vefa’nın çok seyircisi yoktu, olanlar da sürekli dayak yerdi. Karagümrük’te Vefa’yı hiç sevmezler. Çünkü burası (Vefa Stadı) eskiden Karagümrük Stadı’ymış, İsmet İnönü zamanında siyasi olaylarla Vefa buraya gelmiş. Vefa’nın aslında burayla hiç alakası yok, Vefa dediğin yer Şehzadebaşı’nda Vefa Lisesi’nin orasıdır. Burası ise Karagümrük! Yıllarca buranın adı Vefa Stadı diye kaldı. Ağabeylerimiz, babalarımız, dedelerimiz bunu hiç kabullenemediler. Mesela Vefa’nın lakabı keçilerdi. Karagümrüklüler bir Vefa maçında sahaya keçi saldılar. Hele Vefa amatöre düşünce buralar bayram yeriydi.
Peki Abdülkerim ağabey, son olarak senden oynadığın dönemden bir 11 çıkarmanı istesek, takımda kimler olurdu?
Kalede Fenerli Yaşar abi olurdu. Parmağı olmayan Lukovcan’ı mı koyayım? (gülerek). Defansın sağında İsmail Demiriz, liberoya beni yaz, yanıma da Raşit Çetiner’i yaz. Sol bek Semih Yuvakuran. Orta sahada Oğuz, Pesiç, Uğur Tütüneker, Rıdvan. İleride de Selçuk Yula ve Tanju.
Peki bu takımın teknik direktörü kim olurdu? Veselinoviç mi?
O beni kovdu (Gülerek). Sen Derwall’i yaz. Kovmasaydı Veselinoviç derdim.














