-Bir Sezgin RIZAOĞLU yazısı-
İster sadece onu gezelim ister orada maç izleyelim, bir stadyumda bulunmak fazlasıyla heyecan vericidir. Bir düşünsenize, bir gün Avrupa futboluna yön veren Hillsborough ve Kilbowie Park’tasınız.
Gezmeyi çok severim. Zaten kim sevmez ki? Fırsat buldukça bir yerlere kaçarım. Seyahat ettiğim yerlerde de mutlaka stadyuma gitmeye çalışırım. Ne yalan söyleyeyim, müzeden önce oraya giderim o şehirde. Maç varsa maça, stat turu varsa tura, kapısı açıksa (kimseye sormadan) direkt içeri… Dortmund’un evi, her ne kadar yeni adı Signal Iduna Park olsa da eski adı Westfallen Stadı’nda vardır onu yapmışlığım. Müze olup olmadığına bakarken açık bir kapı görüp girdim stada… Koridorlarında tribünlerinde dolaştım, kimse bir şey demedi. Hatta sahaya çıkıp hayali penaltı attım, yine kimse ‘hop kardeşim sen kimsin!’ demedi. Şans işte…
Bazen sorumlu müdürünün evinden gelip öğle tatilinde stadyumu gezdirdiği de oldu. Podgorica (Karadağ)’da yer alan Şehir Stadyumu’ndaki gibi. Müdür, stadyumu gezdirirken utanarak anlatıyordu, “Kale arkası yarım kaldı, onu seneye yapacağız”.
Bazen ise bin bir ricaya rağmen stadyuma giremediğim de oldu. Manchester’daki Düşler Tiyatrosu ile Rangers’ın evi Ibrox gibi. İkisi de bedduamı almış olmalı ki; biri üç küme birden düştü diğerinin yüzü son iki yıldır gülmüyor.
Benimki sadece amatörce bir gezginlik işte… Tam bir ‘Groundhopper’ (bizim tabirle stat gezgini) sayılmam aslında. Stat gezginliği ciddi iş çünkü… Statları gezme fikri, Tanıl Bora’nın 13 Mart 2013 tarihinde Radikal gazetesinde yayımlanan ‘Stat Hacıları’ yazısında belirttiği gibi ilk kez 1974’te İngiliz Geoff Rose’dan çıkıyor. Bir dergide, İngiltere’nin dört profesyonel ligindeki bütün statlarda maç izlediğini belgeleyenlerin özel bir kravat takmasını teklif ediyor. Fikir o kadar tutuyor ki dört yıl sonra bu kravata hak kazananlar, ‘Club 92’ adında bir grup kuruyor. Bu sırada akım Ada’nın kuzeyine de sıçrıyor. İskoçlar 38 stadı temel alarak akımı ülkelerine taşıyor. İşi abartanlar ise Almanlar oluyor. 1993’ten itibaren, önce 100 stat ile başladıkları stat gezginliğinin sınırını 300 stada yükseltiyorlar.
İngilizlerin, İskoçların, Almanların seviyesine ulaşamasam da gezdiğim her stadyumun bir anısı vardır bende. Mesela, Arsenal’in evi Emirates’e ve onun akustiğine hayran kalmış, bir konut projesine dönüşen topçuların eski stadı Highbury’den ev almayı düşlemişimdir. Barselona’nın evi Camp Nou’de Messi’ye bir top toplayıcı çocuk kadar yakın olmanın heyecanını yaşamış, Bulgar takımı FK Dobrucha’nın stadı Drujba’da Türk düşmanı fanatik sağcıların arasında korkmuştum. Glasgow Celtic’in yeni transferiyle Celtic Park’ta fotoğraf çektirmiş, Roma Olimpiyat Stadı’nda ikide bir pasaportumu göstermiş, Amasya’da stadyumu zor bulmuş, Nice’te hiç bulamamıştım. Üstü tamamen açık Dinamo Zagreb’in yuvası Maksimir’de Hırvatistan derbisini izlerken ıslanmış ve üşümüş, Atina’daki Karaiskaki’de ‘bu gol de kaçar mı!‘ diye havaya zıplamıştım. Nottingham Forest’in mabedi The City Ground’da Brian Clough’u yad etmiş, Gerede’de süper amatör lige çıkma maçında 10 numaralı futbolcunun rakiplerine bir arabaya transfer olduğunu öğrenmiş, İskoçya’nın en kuzeyindeki Inverness’in şehir dışındaki Tulloch Caledonian Stadı’na otuz dakika yürümüştüm (ama itiraf edeyim, stadı gezdiren kızın güzelliği tüm yorgunluğumu unutturmuştu).
Ama stadyumlar içinde en çok da Hillsborough’ya gitmek istemişimdir. 1989’da yaşanan ve tamamı Liverpool taraftarı 96 kişinin çıkan izdihamda ezilerek can vermesine, 766 kişinin de yaralanmasına sebep olan faciasının yaşandığı stadyuma. Heysel ile birlikte İngiltere ve Avrupa futbolunda bir devrin kapanmasına sebep olan stadyuma. Ama maalesef hala gidemedim. Peki, nasıl etkiledi o olaylar Avrupa futbolunu?
1989 yılında Hillsborough’da yaşanan o talihsiz olaydan sonra, savcı Peter Taylor’un hazırladığı Taylor Raporu ile İngiltere’deki tüm stadyumların koltuklu olmasına, ayakta seyirci olmayacağına karar verilir. Bu bağlamda örnek alınan stadyum ise Ada’nın kuzeyindedir. İskoç takımı Clydebank FC’nin evi, Kilbowie Park’tır. Çünkü kırmızı beyazlıların mabedi, Birleşik Krallık’ta tüm stadyumun koltuklu olduğu ilk stadyumdur. O stadyumun yapılış hikayesi de ilginçtir. Yıl 1977. Birinci lige yeni çıkan Clydebank’in en değerli oyuncuları Davie Cooper, Rangers’a satılır ve oradan gelen 100.000 pound ile tüm stadyum (9.950) plastik koltuk ile döşenir.
Gitmesek de görmesek de o stadyumlar futbola, taraftarlığa yön veren stadyumlardır. İster sadece onu gezelim ister orada maç izleyelim, bir stadyumda bulunmak ve futbol tarihinin (defalarca) yazıldığı mabetlerde yürümek fazlasıyla heyecan verici.












