Toprak Saha – Aylık retro futbol e-mecmuası
  • Zat-ı Muhteremler
  • An-ı Şahaneler
  • Yad-ı Hafta
  • Fi Maçı
  • Kadim Takımlar
  • Cemiyet Haberleri
  • Malumat Saha
YAD-I HAFTA

Bir Hava Topundan Fazlası

Toprak Saha · Aralık 2016

hava-toplarindan-daha-fazlasilogolu

-Bir Batu ANADOLU yazısı-

İskandinav futbolu genellikle ülkemizde iki kelimeyle özetlenir: Hava topları. Uzun boylu santraforlara kafa vurdurmama üzerine kurulu savunma önlemleri pek işe yaramaz; zira eğer toplu biçimde İskandinav futbolu diyebileceğimiz bir sistem varsa, şüphesiz bundan fazlasını ifade eder.

Bugün İskandinavya adı verilen coğrafi bölgenin hangi ülkelerden oluştuğu bir muamma. İlk genellemeler İsveç, Norveç ve Danimarka üzerinden yapılmış olsa da özellikle 1950’li yıllardan itibaren İzlanda ve Finlandiya’nın da bu genellemeye dahil edildiği söylenebilir. Fakat bu kavram; temel olarak Kuzey Alman kabilelerine dayanan, günümüzdeki İskandinav dillerine evrilen eski bir Almanca konuşan insanların yaşadığı bölgeyi temsil eder. İzlanda ve Finlandiya gibi ülkelerin bu topluluğa dahil olması ise daha çok İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gelişen ticari ilişkiler ve iki kutuplu dünyayı çeşitli bölgelere ayırma gibi çabalarla gerçekleşir.

Bebek Adımları

Kuzey ülkelerinde futbol, 1800’li yıllarda İngiliz denizcilerin katkılarıyla ortaya çıkar. Buna karşın futbolun gelişme dönemlerinde İngilizlerden çok Almanlar’ın etkisi vardır. Fiziksel gücün ve adam adama savunmanın ön plana çıktığı bir futbol anlayışından söz edilebilir. Diğer yandan bu ülkeler, özellikle Olimpiyatlar’da ve Dünya Kupası’nda kendilerini göstermeye başlarlar. 1912 Stockholm Olimpiyatları’nda Finlandiya turnuvayı dördüncü bitirirken Berlin’de düzenlenen 1936 Olimpiyatları’nda Norveç fırtınası eser. Ev sahibi Almanya’yı da mağlup eden Norveç, bronz madalyaya uzanır ve 1938 Dünya Kupası’nda boy gösterir.

İskandinavya’daki futbol mantalitesindeki asıl değişim, kendisini İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gösterir. Naziler tarafından işgal edilen Norveç ve Danimarka gibi ülkelere yardım amaçlı gelen İngiliz askerler, tıpkı 19. yüzyıldaki denizciler gibi beraberlerinde futbolu getirirler. BBC Radyo, bu topraklardaki insanlar için birinci dereceden haber kaynağına dönüşürken İngiltere’deki futbol maçları da bir cazibe alanı yaratır. Tarihi ve coğrafi açıdan İngiltere’yle yüzyıllardır kültürel ilişkiler içerisinde bulunan Norveç’te bu etkileşim çok daha hızlı gerçekleşir. Böylece futbol anlayışı da etkilenmeye ve İngiltere futbolundaki değişimler, belki de ilk olarak İskandinavya’da etkisini göstermeye başlar.

raynor

George Raynor’dan futbol dersleri…

1950’ler: Stockholm’de Bir İngiliz

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İsveç, İngiliz teknik direktör George Raynor ile anlaşır. Irak Milli Takımı ve Aldershot dışında tecrübesi bulunmayan Raynor, İsveç’i on yıl içerisinde futbolda sözü geçen bir ülke haline getirir. 1948 Londra Olimpiyatları’nda İsveç altın madalya kazanırken, 1950 Dünya Kupası’nda ise üçüncülük elde eder. Yurt dışında oynayan ünlü oyuncularını oynatamamasına rağmen Raynor, 1952 Helsinki Olimpiyatları’ndan da yine üçüncülükle döner. Bir hazırlık maçında dönemin Altın Takım’ı Macaristan ile 2-2 berabere kalarak sükse yapmaları sonucu Raynor, İngiltere teknik direktörü Walter Winterbottom’a “Macarları durdurmak istiyorsanız Hidegkuti ile adam adama oynamalısınız” tavsiyesinde bulunur. Winterbottom tavsiyeye uymaz ve Wembley’de İngilizler, Macaristan’a 6-3 mağlup olurlar. Böylece belki de bir İngiliz önderliğinde de olsa boynuz kulağı geçmiştir! 1958 Dünya Kupası’nda kendi evinde oynayan İsveç, bu sefer İtalya’da oynayan Gren, Liedholm ve Hamrin gibi yıldızlarına forma giymeleri için izin verir. Finale kadar yükselseler de Pele’nin yıldızının parladığı maçtan 5-2 mağlup ayrılırlar. On yıllık zaman diliminde başardıklarıyla Raynor, İngiltere-İskandinavya hattını açan isim olacaktır. Aynı dönemde Danimarka Milli Takımı da 1948 Olimpiyatları’ndan bronz madalya ile döner. 1952’de çeyrek finale yükseldikten sonra da İsveç ile benzer bir yolu izlerler ve yurt dışına oyuncu akışını başlatırlar. Böylece ülke içinde de profesyonellik iyice yaygınlaşır. İzlanda ise 1940’lı yıllarda ilk süper yıldızını çıkarır. Albert Gudmundsson, Rangers ile başladığı kariyerine Arsenal ile devam eder ve bu takımın tarihindeki ikinci yabancı futbolcu olur. Nancy forması giydikten sonra ise AC Milan anlaşır. Burada sakatlıktan dolayı fazla forma giyme şansı bulamasa da ülkesi için önemli bir kapıyı açmış olur.

1960’lar: Rosenborg ve Nils Arne Eggen’in Yarım Yüzyıllık Damgası

Profesyonel futbola geçiş yapan Danimarka, 1960 Olimpiyatları’ndan gümüş madalyayla dönerken 1964 Avrupa Şampiyonası’nda dördüncülüğü elde eder. Her ne kadar yarı finale kadar Malta, Arnavutluk ve Lüksemburg ile oynayıp Sovyetler Birliği’ne 3-0 yenilseler de turnuvada etki bırakan ilk İskandinav takımı olurlar. Norveç’te ise kulüpler bazında Rosenborg ön plan çıkmaya başlar. 1950’li yıllardan itibaren genç ve yetenekli bir kuşak elde eden siyah-beyazlı ekip, Norveç Kupası’nda gösterdiği başarılardan sonra A Ligi’ne çıkar. Bir süre asansör takım olduktan sonra 1967’de ligi şampiyon bitirirler. Harald Sunde, Odd Iversen gibi oyuncuların yanı sıra Nils Arne Eggen –dripling yeteneğinden dolayı lakabı Drillo- takımın asıl yıldızı olur. Ligi üst üste 2 kez kazanan takımda Eggen, “Yılın Oyuncusu” seçilir. Eggen ile Rosenborg’un yolları birçok kez daha kesişir ve özellikle 90’lı yıllarda Norveç futboluna damga vuran tek takıma dönüşürler.

1970’ler ve 80’ler: Suyun Şaraba Dönüştüğü Yıllar

1970 Dünya Kupası’na katılamayan İsveç, geç de olsa futbolda profesyonel yapıya geçer. Milli Takım teknik direktörlüğüne getirilen Georg Åby-Ericson, liberolu Alman sistemini benimseyerek 1974 Dünya Kupası’nda iyi bir performans gösterir. Bu başarı, İsveç futbolunun yeniden ön plana çıkacağına yönelik bir işaret olarak okunur.

İşin kulüpler kısmında ise Malmö, İngiliz teknik direktör Bob Houghton ile anlaşır. Bundan iki yıl sonra ise Maidstone, Stranraer ve Bristol City’de birlikte çalıştığı Roy Hodgson, Halmstad’ın başına geçer. Bu ikili, İsveç futbol tarihindeki en büyük devrime imza atarlar. Adam adama savunmanın yerine alan savunmasını tercih eden, liberolu beşli savunma anlayışını bırakan ve savunmadan itibaren prese dayalı bir anlayışla hareket eden ikili, hücumda da rakip savunmanın arkasına sarkmayı sağlayacak uzun toplara güvenirler. Bu güven, altı yılda beş kupa olarak döner. Bunların üçünü Malmö, ikisini Halmstad kazanır. İşi abartan Malmö, 1979 Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde Brian Clough’un Nottingham Forest’ına boyun eğer. Hodgson’dan önce küme düşmeme mücadelesi veren Halmstad’ın başarısı ise büyük bir sürpriz olarak karşılanır. Hodgson, bu şampiyonluğu en büyük başarısı olarak görür ve “suyu şaraba dönüştürdüğünü” söyler. İkilinin bu başarısına muhalefet edenler de yok değildir. İsveç futbolundaki “İngiliz etkisi”, muhafazakar ve milli bakış açısından sürekli eleştirilir. İki teknik direktör de fazlasıyla savunmaya dayalı bir futbol oynamakla eleştirilseler de Halmstad, atılan gol sayısında kulüp rekorunu kılmıştır bile! Aynı dönemde Östers takımını çalıştıran Lars Arnesson’un 4-3-3’e dayalı akışkan futbolu, romantikleri daha çok cezbetmekte ama iş sonuca gelince İngilizler’in eline su dökememektedir. Hatta 1978 Dünya Kupası’nda alınan başarısızlığı teknik direktör Georg Aby Ericson, İngiliz sistemine bağlar. Fakat işin komik kısmı; tüm bu eleştirilere rağmen başka bir İsveçli, İngiliz sistemini benimseyerek UEFA Kupası’na ulaşır. Bu takım, Sven Goran Eriksson’un çalıştırdığı Göteborg’dur.

Degerfors takımında Tord Grip’in asistanı olarak işe başlayan Erikson, Grip’in Milli Takım’da görev almasıyla birlikte ilk kez teknik direktörlüğe yükselir. Alt liglerde mücadele eden Degerfors’u ikinci kademeye geçirdikten sonra Erikson’un Göteborg ile anlaşması, herkesi şaşırtır. Adını kimsenin bilmediği bu teknik direktörün oyuncuların saygısını kazanamayacağı düşünülür. Gerçekten de Erikson’un ilk yılı zor geçse de 4-4-2 taktiğinde uygulattığı alan savunması ve pres futbolu zamanla etkisini gösterir. 1982’de ilk şampiyonluklarını elde ederler. Fakat aynı sezon UEFA Kupası yürüyüşü başlayan takımın Valencia ve Kairserslautern’i eleyerek finale yükselmesini kimse beklememektedir. Finalde Hamburg’u 1-0 ve 3-0’lık sonuçlarla adeta parçalayan Göteborg, kupayı kazanırken Erikson da Benfica’dan sözleşmeyi kapar. Hodgson bu başarıyla ilgili olarak “Erikson’un başarısı İsveç tarzı olarak görüldü ama onun tek yaptığı bizim sistemimizi kopyalamaktı” diyerek haklarının verilmediğinden yakınır.

denmark-scotland-lineup

Göteborg’un yanı sıra 1980’ler Danimarka Milli Takımı için de parlak başlar. Roligan adı verilen; takımını destekleyen ve sadece eğlencesine bakan taraftar anlayışıyla tribünde İngiliz holiganların tam tersi bir tablo çizen kırmızı-beyazlılar, sahada ise “Danimarka Dinamiti” adı verilen bir kadroyla boy gösterirler. Ya da taraftarın deyimiyle: “They were red, They were white, They were Danish Dynamite.” Sepp Piontek’in teknik direktörlüğünde Michael Laudrup, Søren Lerby, Frank Arnesen ve Morten Olsen gibi oyunculardan oluşan takım çoğunlukla 70’lerin Hollanda takımıyla kıyaslanır. Pasa ve hücuma dayalı oyuncularıyla ama en çok da havalı duruşlarıyla beğeni toplayan takımın becerisi, en çok da oyuncuların yurt dışında oynamasına bağlanır. 1984 Avrupa Şampiyonası elemelerinde İngiltere’yi mağlup ederek turnuvaya kalan takım, burada ise ev sahibi İspanya’ya yarı finalde kaybeder. 1986 Dünya Kupası’nda ise Uruguay’ı 6-1, Batı Almanya’yı ise 2-0 gibi flaş sonuçlarla geçseler de ikinci turda benzer bir flaş sonuçla (5-1) yine İspanya’ya elenirler. 1988 Avrupa Şampiyonası’ndan bir İspanya mağlubiyetinin yanı sıra puansız ayrılırlar ama dört yıl sonra dönüşleri muhteşem olacaktır.

1990’lar: Uluslararası Turnuvalara Büyük Damga

Total Futbol’dan ilham alan tek takım Danimarka değildir. Rosenborg’un başına geçen Nils Arne Eggen de oyuncularından aynı ritmi talep eder. 4-3-3’e dayalı hızlı kontrataklar yapmak ve en önemlisi, takım halinde ileri çıkıp savunma yapan bir takım yaratmak için kolları sıvar. 1990’lı yıllarda ligi domine eden ve 8 şampiyonluk kazanan Rosenborg, Avrupa’da da adını duyurur. 1995-2002 yılları arasında üst üste sekiz kez Şampiyonlar Ligi’ne kalmayı başararak bu ligin gediklisi olur. Bu dönemde Real Madrid, Milan, Borussia Dortmund ve Galatasaray gibi güçlü ekipleri mağlup ederlerken 1997’de çeyrek finale kadar yükselirler.

Norveç Milli Takımı formasını 16 kez giyen ve Norveç Üniversitesi Spor ve Fiziksel Eğitim bölümünde dersler veren Egil Olsen ise benzer bir başarıyı 1990’larda Milli Takım ile gösterir. Maçların istatiksel analizlerini yapan ve hatta bu konuda bir de yüksek lisans tezi yazan Olsen, Milli Takım’ın başındayken Norveç’i Dünya sıralamasında ikinciliğe kadar taşır. 1994 Dünya Kupası’nda grup aşamasını geçememesine, 1998 Dünya Kupası’nda ise Brezilya’yı mağlup edip gruptan çıkmasına karşın ikinci turda İtalya’ya elenmesine rağmen Olsen’in futbola katkısı daha çok bilimsel yaklaşımı ile ölçülür. İstatistiki verileri kullanması ve eldeki oyuncu kalitesine karşın rakipten daha zekice oynayarak kazanmaya çalışması takdir edilir. Eggen’in aksine 4-5-1’e dayalı bir savunma futbolunu ve uzun topları tercih etmesiyle 70’li yıllarda İsveç’teki İngiliz ekolünü andırsa ve çoğunlukla “ilkel” bir futbol oynatmakla suçlansa da pivot santafor tercihiyle –genelde Tore Andre Flo- hücum yönünde de etkili olduğu söylenebilir.

1990’lı yıllara etkili giren Danimarka’da ise Brondy ve Milli Takım ön plana çıkar. 1980’lerin ortalarından itibaren lige damga vuran Brondby, yıllarca Milli Takım’ı çalıştıracak olan Morten Olsen’in önderliğinde 1991’de UEFA Kupası’nda yarı final oynar. Peter Schmeichel, Bent Christensen, John Jensen ve Kim Vilfort gibi yıldızları dünya sahnesine sunan Brondy’nin başarısı, 1992 Avrupa Şampiyonası’nda Danimarka’nın kazandığı şampiyonlukla taçlanır. Richard Moller Nielsen’in çalıştırdığı Milli Takım, elemelere kötü başlar; bu süreçte Laudrup Kardeşler Milli Takım’ı bırakırlar. Heinze ve Molby’nin de kadro dışı kalmasına rağmen takım son beş maçını kazanır fakat Yugoslavya’nın gerisinde kalır. Yugoslavya’nın, ülkeyi derin sarsan iç savaşla karışması üzerine Danimarka turnuvaya dahil olur ve kimsenin beklemediği şekilde şampiyonluğu kazanır. Bel kemiğini Brondby oyuncularının oluşturduğu ve yurt dışında oynayan yıldızlarla taçlandırılan kadro, zoru başarır ve İskandinav Milli Takımlarının Olimpiyatlar dışındaki ilk ve son kupasını kazanırlar.

Aynı turnuvada ev sahibi olan İsveç, yarı finalde Almanya’ya mağlup olsa da 1994’te bu yükselişini taçlandırır. Ravelli, Thern, Schwarz, Blomqvist, Andersson, Brolin, Dahlin gibi oyuncularla 1994 Dünya Kupası’na damga vuran İsveç, yarı finalde Brezilya’ya kaybetse de özellikle hücum hattıyla dikkat çeker. Orta sahada savaşan oyuncularıyla topu kapan, sonrasında acele etmeden topu Brolin ile buluşturan, derinlemesine paslarla Dahlin ve Andersson’u bulan oyun yapısıyla Tommy Svensson’un öğrencileri, kısa süreli de olsa İsveç futbolunu dünyanın dikkatine sunarlar. 1995’te Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynayan ve Bayern Münih’e deplasman golüyle elenen Göteborg da bu başarının bir devamını sergiler.

1990'ların sonuna kadar Şampiyonlar Ligi'nin gediklisi olan Rosenbırg

1990’ların sonuna kadar Şampiyonlar Ligi’nin gediklisi olan Rosenborg

2000’ler: Biraz Çözülme, Biraz Kafa Karışıklığı

2000’ler İskandinav futbolunda çözülmenin yaşandığı kayıp yıllar olarak adlandırılabilir. Avrupa’nın büyük ülkeleriyle mücadelede geriye düşen, yetenekli oyuncu havuzlarını kaybeden ve ekonomik açıdan güçlü kalamayan kulüpler, Milli Takımları da etkilerler. 2000-2015 yılları arasında Danimarka’yı çalıştıran Morten Olsen –ki bu dönem Olsen Gang olarak anılır-, 4-3-3’e dayalı bir hücum futbolu oynatmayı ve Gronkjaer, Rommedahl gibi oyuncularla topu ileriye taşımayı düşünse de 1980 ve 90’lı yılları mumla aratır. 2002 Dünya Kupası’nda 2. tura yükselirken 2004 Avrupa Şampiyonası’nda ise İsveç’e karşı tartışmalı bir maçla çeyrek finale çıkıp orada elenirler. Kırmızı beyazlılar bu tarihten sonra herhangi bir başarıya imza atamazlar. Egil Olsen sonrası ekonomik açıdan çöken Rosenborg’un da geçirdiği olumsuz dönemin etkisiyle Norveç Milli Takımı, futbol sahnesinde pek görünmez ve 1998’den sonra hiçbir büyük turnuvaya katılamaz. İsveç bu iki takıma göre daha iyi bir performans gösterir. Ljungberg, Linderoth, Kallström ve Ibrahimovic gibi iyi oyuncular çıkarmaya devam eden İsveç’in de en büyük başarısı, ancak 2004 Avrupa Şampiyonası’ndaki çeyrek final olarak kalır. Geri kalan dört turnuvada ise takım, gruptan çıkmayı başaramaz.

Aslında 2000’lerin başında patlama yapması beklenen ekip, 1912’den bu yana sesi soluğu çıkmayan Finlandiya’dır. Jari Litmanen, Antti Niemi, Sami Hyypiä, Teemu Tainio ve Mikael Forssell gibi uluslararası oyunculardan oluşan takımın başında ise HJK Helsinki’yi Şampiyonlar Ligi’ne taşımayı başaran Antti Muurinen vardır. 2002 Dünya Kupası elemelerinde İngiltere ve Almanya ile aynı eleme grubuna düşme şanssızlığını yaşasalar da iyi mücadele ederler ve hatta Yunanistan’ı 5-1 mağlup etmeyi başarırlar. Aynı dönemde Portekiz, Belçika gibi takımları deviren Finliler, 2004 elemelerinden de elleri boş ayrılırlar ve belki de en iyi jenerasyonlarını bir şey kazanamadan kaybederler.

2010’lu yıllara geldiğimizde ise İskandinav ve Kuzey futbolunu temsil etmek bir ada ülkesi olan İzlanda’ya düşer. Süper yıldızlara sahip olmasa da fiziksel açıdan güçlü ve takım oyununa adapte olmuş oyunculardan kurulu olan İzlanda, Euro 2016’da çeyrek finale kalmayı başarır.

Lars Lagerback ile ortak teknik direktörlük yaptıktan sonra tek sorumlu olarak kalan Heimir Hallgrimsson’un İzlanda’sı, İskandinav futbolunun bugünkü bayraktarı olarak dikkat çekiyor. Göçmenlere yönelerek oyuncu havuzunu genişletmeye ve sonrasında bir ekol geliştirmeye çalışacak olan İskandinavların işi pek kolay değil, zira kulüp takımları bu mücadeleden kopalı çok oluyor. Fakat futbolda fiziksel gücün önemi her geçen gün arttıkça, onların da sıfırdan başlama ve sahne alma zamanları geliyor olabilir. Hava toplarının gerçek sahiplerine ulaştığı günleri yeniden görebilecek miyiz?

PaylaşShare on Facebook0Share on Google+0Share on LinkedIn0Email this to someonePin on Pinterest0Share on Tumblr0Print this page
44. SayıKuzey Futbolu Özel Sayısı
Share Tweet

Toprak Saha

Eski Sayılardan

  • YAD-I HAFTA

    Kazım’ın Trabzon’u

    Ağustos 2017
  • YAD-I HAFTA

    Benim Takımım

    Ağustos 2017
  • YAD-I HAFTA

    Hollanda Her Zaman Turuncu Değildir

    Mayıs 2017

REKLAM

REKLAM

ESKİ SAYILAR

TAKVİM-İ MAZİ

TAKVİM-İ MAZİ

@topraksaha_net

  • topraksaha_net RT @AEMazlumoglu: Bu akşam oynanacak Liverpool-Roma maçı nedeniyle 1984 finalinin nostaljisi dolaşıyor. O başarının mimarı, Liverpool tarih… Tarih: 2 Gün önce via Twitter for iPad Cevap - Retweet - Favori
  • 1978'de bugün; Milan efsanesi Franco Baresi, kırmız-siyahlı forma ile ilk resmi maçına, Verona karşısında çıktı. t.co/gOz8KJ1Wom Tarih: 3 Gün önce via TweetDeck Cevap - Retweet - Favori
  • 1948’de bugün; Lefter Küçükandonyanis ilk kez milli takım formasını giydi. Atina’da oynanan maçta Türkiye, Yunanist… t.co/LkVVJNsVf4 Tarih: 3 Gün önce via TweetDeck Cevap - Retweet - Favori

Twitter'da @topraksaha_net Takip Et.

  • Anasayfa
  • İletişim

Toprak Saha © 2017. Tüm Hakları Saklıdır.