-Bir Mustafa KOÇ yazısı-
İsveç geçtiğimiz yaz milli takımı bırakan Zlatan İbrahimoviç ile övüne dursun. Ondan önce de gerçek bir kahramanları vardı. Bir dönem milli takımın demir başı olan Bosse Larsson, aynı zamanda İsveç ve İskandinav futbolunun yetiştirmiş olduğu en büyük yeteneklerdendi.
Sarı saçlı, zayıf, yakışıklı bir çocuk, ilerde hafif sola açılmış top bekliyordu. Orta sahadaki arkadaşı topu kapar kapmaz hemen onu gördü. Kollarını yana salmış, tembel bir tavrı vardı top beklerken. Ancak top ona ulaştı mı tüm dikkatleri üzerine çeken, topla harika işler yapan müthiş bir tekniği. Topu ayağına alınca okuldan onu tanıyanlar tribünde hemen ayağa fırladı. Kesin bir şey yapacaktı. Sağda boşta bekleyen arkadaşına topu öyle bir attı ki, sonu golle bitmiş bitmemiş önemli değildi. Onu izleyen herkesi tekrardan büyülemeye başarmıştı. Hem de ortaokullar arası bir turnuvada oynamasına rağmen.
Bo Larsson, anne babasının onu çocukken bir Malmö maçına götürmesi ile futbola merak salmış ve oynamaya başlamıştı. Yeteneğini de o zaman keşfetti. Okul takımına girmesi çok zor olmadı. Çünkü sahip olduğu yetenek şehirdeki hiçbir çocukta yoktu. 1958’de, okullar arası bir turnuva, Malmö’nün alt yapısının olduğu sahada oynanmıştı ve Malmö alt yapısından Georg Österlin ve John Andersson onu izleme şansı bulmuşlardı. Onu hemen Malmö alt yapısına aldılar. Daha sonra ise İsveç futbolu bir efsaneye tanıklık etti.
18 yaşında Bosse, Malmö A takımında forma giymeye başlamıştı. Yıllar 1962’yi gösteriyordu ve insanlar aslında bir efsanenin doğuşu ile birlikte Malmö efsanesinin de yükselişine tanıklık ettiklerinin farkında değillerdi. Bo, alt yapıda birçok pozisyonda oynamıştı. Aslında forvetti ancak, hocalarını onu kale hariç neredeyse her yerde oynatmıştı. Bu da ona, oyun görüşü açısından büyük bir avantaj sağlıyordu. Zaten çok yetenekliydi ancak artık rakibinden çok daha hızlı düşünebiliyordu. 1963’te 19 yaşındayken ligde attığı 17 gol ile ilk gol krallığını yaşadı. Bu, onun için daha başlangıçtı. İki sezon sonra ise yaşadığı mutluluk daha büyüktü. Malmö, şampiyon olmuştu ve en büyük katkıyı attığı 28 golle Bo Larsson yaptı. 21 yaşında takımının en önemli oyuncusu olmayı başarmıştı. Bu da sadece İsveç’te değil dışarıdan da dikkatlerin onun üzerine dönmesine neden oldu. Bir sezon sonra 1966’da Stuttgart’ın yoğun ısrarlarına dayanamadı ve Almanya’ya transfer oldu. Tabii bunda Almanların teklif ettiği paranın da büyük etkisi vardı. Malmö’de 50 000 Kron kazanıyorken, Stuttgart ona 200 000 teklif etmişti. Aslında bunu hiç istemiyordu. Evinden ve çok sevdiği Malmö’den ayrılmak onun için çok zordu.
Stuttgart’ta orta saha oynamaya başladı. Onun için mevkiinin çok da önemi yoktu. Zaten yeteneği özellikle o pozisyon için çok uygundu. Alt yapıda da çok uzun süre defansif orta saha oyuncusu olarak oynadığı için yeni pozisyonunda neredeyse hiç zorlanmadı ve Almanları da kısa sürede etkilemeyi başardı. Hatta bu etkilenme öyle bir boyuta geldi ki, İmparator lakabı taktıkları Franz Beckenbauer ile onu karşılaştırmaya başladılar. Bir futbolcu için bundan daha iyisi olamazdı herhalde. Orta sahada oynadığı için gol sayısı düşmüştü ancak oynadığı oyun taraftarı ve onu izleyen herkesi etkilemeye yetiyordu. Fakat o yavaş yavaş sıkılmaya başladı. Almanya’daki ağır profesyonel yaşam, ona pek uygun değildi ve bu durumdan çok sıkılıyordu. Bir de üstüne 1969’da karısı Malmö’ye dönme kararı aldı. Çünkü kızlarını orada, kendi evinde büyütmek istiyordu. Hepsi üst üste gelince zaten evi buram buram burnunda tüten Bosse, Malmö’ye geri dönme kararı aldı. Her maçtan sonra trene atlayıp İsveç’e gidip dönmekten çok yorulmuştu. Son sezonunda oynadığı futbolla yine herkesi büyülemeyi başardı ve 1969’da Almanya’da yılın futbolcusu seçilerek Bundesliga’ya veda etti.
İsveç’e geri dönüşü, bir yıldızdan, efsaneye dönüşünü de gerçekleştirdi. Malmö, 70’li yıllara damgasını vururken başrolde hep o vardı. Mavililer, 1970-78 arası beş kez şampiyon oldu. Bosse de oyununda yaptığı dönüşümle, hem takımına hem de İsveç futboluna öncülük etti. Forvet olarak ayrıldığı Malmö’ye dönüşü orta saha olarak oldu. İlk önce sırtına 10 numaralı formayı geçirdi. Daha sonra yediyi giydi. En son ise 75’den kariyerinin sonuna kadar sekiz numarayı terletti. Oyunu ile yaptığı liderliği milli takıma da taşıdı ve kariyeri boyunca İsveç Milli Takımı’nın da en önemli futbolcusu o oldu. Öyle ki İsveç Milli Takımı ile çok önemli işlere imza atmış teknik direktörü Georg Ericson’un ‘Milli Takım’ı seçerken ilk önce Bosse Larsson’nun adını yazar, daha sonra diğer oyuncuların kim olacağını düşünmeye başlarsın.” sözü tarihe geçmişti. İsveç Milli Takımı ile art arda üç Dünya Kupası’na gitmeyi başardı ve hepsinde de takım en önemli oyuncusu oldu.
1974 Dünya Kupası dönüşü, ilginç bir olay yaşandı. Malmö, teknik direktör değişikliğine gitmişti. Daha 26 yaşına yeni girmiş, İngiliz Bob Houghton, takımın başına getirilmişti. Takım kaptanı Krister Kristensson ve Bosse’den küçüktü. Takımın yaz hazırlıklarına başladığı ilk gün soyunma odasına girdi ve direk bu iki oyuncunun yanına gitti. İkisine de ismi ile hitap ederek, “Size çok güveniyorum ve bu sezon yakalayacağımız başarıda en büyük pay ikinizin olacak.” dedi. Bu hem Bo Lasson’nuı hem de kaptan Kristensson’nu çok etkiledi ve gerçekten de sadece o sezon değil, Malmö önlerindeki dört sezona damgasını vurmayı başardı. 74, 75 ve 77’de üç kez şampiyon oldular, ayrıca 74, 75 de iki kez de İsveç kupasını alarak duble yapmayı da başardılar. Ancak kulüp tarihin en önemli, sezonu 1978-79 sezonu oldu. Avrupa Kupası’na katılmayı başaran takım, tarihinde bir ilki başararak üst turlara doğru ilerlemeye başladı.
Arvrupa Kupası, çeyrek final maçı ikinci ayağı İsveç’te oynanıyordu. Rakip Polonyalı Wisla Krakow’du. İlk maç Polonya’da 2-1 Krakow’un üstünlüğü ile bitmişti. Maç 0-0 gidiyordu ve kupada devem etmek için artık gol atmaları gerekiyordu. 32’inci dakikada sarı saçlı, yakışıklı adam, ileride hafif sola doğru kaçıp kendini boşa çıkardı. Top ona geldiğinde ise tribünler hemen ayağa fırladı. Ancak Krakowlu oyuncu öyle bir müdahalede bulundu ki, Bosse yere yığıldı. Acı içinde dizini tutuyordu. Oyuna devam edemedi. Dizinden ciddi bir sakatlık geçirmişti bu acı oynamasına izin vermiyordu. Malmö o maçı 4-1 kazandı ve yoluna devam etti. Ancak artık yanlarında Bosse olmayacaktı. Sol tarafta topla buluştuğu o an, mavi formasıyla sahada geçireceği son an olmuştu. Takım yarı finalde de Austria Viienna’yı geçerek finalde Nottingham Forest’ın rakibi oldu. Ancak İngilizlere karşı koyamadılar ve 1-0 yenilerek kupayı kaptırdılar. Hala daha hangi Malmölü’ye sorsanız, Bo Lassron olsaydı o kupanın şimdi kendi müzelerinde olacağını söyler. Larsson da yıllar sonra geriye dönüp baktığında o gün sahada olup arkadaşları için hiçbir yapamamanın ne kadar acı verici olduğunu söyler.
“Bu zamana kadar birçok şeyin parçası oldum. Kaybedilmiş bir maçı çok fazla düşünmemek gerek. Fakat böyle bir maçın içinde olmamak, böyle bir şeyi deneyimlemek çok trajikti.”