İngiliz futbolu yıldız futbolcusunu süperstar statüsüne çıkarıp, onu şov dünyasının da yıldızı yapmayı sever. Popstar olmayı da başarmış futbolcuları çoktur. Şöyle gerilere gittiğimizde onlara bu yolu açan, oyununun yanı sıra yaşam tarzıyla da sonraki kuşaklara örnek olan bir isim vardı. Bir taraftan pozisyonunda ülkedeki en iyi ismi olmayı başarmış, diğer taraftan da magazin sayfalarının baş köşesinde kendine yer edinmiş biri.
Ada futbolu, her dönem Avrupa’nın geri kalanına göre daha şaşalı olmayı başardı. Bu da İngilizlerin sahip oldukları bir değeri parlatmayı ve sunmayı çok iyi başardıklarıyla alakalı bir durum. Potansiyeli olan genç bir yeteneği hemen Dünya’nın en önemli yıldız adaylarından biri olarak lanse etmeleri de bu durumla alakalı. Bunun yanı sıra pop ikonu yıldız yaratmak, bir futbol yıldızını pop ikonu gibi parlatmak ya da lanse etmek de en sevdikleri işlerden. Bu ikon futbolculara ilk örnek elbette ki George Best idi. Kuzey İrlandalı yıldız futbolcu, alt yapısında sancılı başladığı ve profesyonel olarak geçirdiği 11 sezonluk Manchester United kariyerinin sonuna geldiğinde, iki lig şampiyonluğu, bir Avrupa Kupası, bir Altın Top ödülü kazanmış ve artık tüm dünyaca tanınan pop ikonu haline dönüşmüştü. Futbol sahasındaki harika oyununun yanı sıra; saçları, giyim tarzı, alkole düşkünlüğü ve özel hayatıyla sadece spor sayfalarının değil, magazin sayfalarının da başköşesindeydi. Şimdiki futbolcuların kazandığının yanında tabii ki devede kulak kalacak boyutta bir maaşı vardı ancak sahip olduğu pop star imajı nedeniyle bir servet kazanmıştı. Her ne kadar yaşam tarzı nedeniyle bu serveti çarçur etmeyi başardıysa da. İmajı ve yaşam tarzı yer yer onun futbolunu gölgelemiş olsa da o, Manchester United efsaneleri arasında kendine sağlam bir yer edinmiş, Kırmızı formayla iki şampiyonluk kazanmış ve futbolun en prestijli ödüllerinden biri olan Ballon d’Or sahibi bir efsaneydi.
60’lara damga vuran Best’ten sonra İngilizler başka bir ikon yaratmayı daha başarılar, 70’lere gelinmişti ve bu kez başka bir kırmızı formayı giyen Kevin Keegan Liverpool’da yıldız statüsünde el üstünde tutuluyordu. Ancak o bundan çok daha fazlasını hak ettiğini düşündü. Çünkü futbolculuğunun yanı sıra onda da pop star ışığı vardı ve durduğu yerde duramıyordu. Beatles, 60’ların başında henüz amatör bir grupken Liverpool’dan çıkmış Hamburg’a gitmişti. Hem para kazanmak hem de müziklerini geliştirmek istiyorlardı. Pis odalarda kalıp, iğrenç yerlerde çaldılar. Yer yer şimdinin deyimiyle underground tadında müzikler de yaptılar ve sonunda kariyerlerindeki en büyük kırılmayla birlikte dünyanın en önemli müzik gruplarından biri olmayı başardılar. Beatles’ın bir Austin minibüsün arkasında Hamburg’a doğru yaptığı bu yolculuktan tam 17 yıl sonra yine Liverpool’dan bu kez Kevin Keegan, kendini farklı bir yönden bulmayı denemek için Kırmızılılardan ayrıldı. Altı sezon formasını giydiği Liverpool onu daha fazla tutamadı ve Keegan, Hamburg’un yolunu tuttu. Daha fazla para kazanmak ve farklı bir deneyim yaşamak istemişti. İkisine de ulaştı. Liverpool’dayken kazanamadığı neredeyse hiçbir şey kalmamıştı ancak Almanya’da da iki lig şampiyonluğu kazandı. Birlikte oynadığı çok iyi bir takım vardı ve o bu takımla birlikte yeteneklerini üst düzeyde sergilemeyi de başardı. Tüm bunların arasına üç tane de single sıkıştırdı. İlkini 1972’de yayımladı. Almanya’da şampiyon oldukları sezonun son maçından hemen sonra ikinci single’ı ‘Head Over Heels in Love’ çıktı. İngiltere müzik listelerinde 31’inci sıraya kadar yükseldi. Kral olduğu Almanya’da ise 10’uncu sırayı görmeyi başarmıştı. Harika futbol kariyerinin yanı sıra o da bir yandan pop ikonu olmuş yıldızlar statüsüne gitmişti. 1978 ve 79’da ise bu popülarite ve sahadaki muhteşem oyunla birlikte iki yıl üst üste Altın Top ödülü onun oldu.
İngiltere’de, 60 ve 70’lerde futbolcular daha fazla saygı görüp, aynı zamanda bir pop ikonu statüsüne yerleşirken, çok daha gerilerde onlara bu yolu açan önemli bir isim vardı. Özellikle savaş sonrası futbolun İngiltere’de en önemli isimlerinden olan bu futbolcu, hem futbol kariyeri hem de özel hayatıyla dönemin en ikonik isimlerinden biri olmuştu. Bu isim Wolverhampton Wanderers’ın efsane ismi Billy Wright’tı.
Billy Wright, futbola daha okul yıllarında öğretmeninin ısrarı ile başladı. Babası amatör futbolcuydu. Annesi ise futbol tutkunu. O yüzden oyuna uzak değildi. Öğretmeni onu okul takımına seçti. Fiziği ilk bakışta çok yetersiz görünüyordu. Boyu kısa ve çelimsizdi. Ancak öğretmeni onun yetenekli olduğunu düşünüyordu. Futbola, okul takımında forvet olarak başladı. Bir maçta 10 gol birden attığı bile oldu. Başka bir maçta yaptığı hat-trick sonrası ise öğretmeninden üç tane çikolata kapmıştı. Okul takımını yöneten öğretmeni Norman Simpson, artık ondaki yeterlilikten emin olduktan sonra, Billy Wright’ı Wolverhampton Wandderers’ın denemelerine girmesi için cesaretlendirdi. 1938’de denemelere katıldı. ‘Binbaşı’ lakaplı dönemin teknik direktörü Frank Buckley de denemedeki yerini almıştı. Wright’ı beğendi ancak fiziğini çok yetersiz buldu. Oyun için çok ufak tefek ve çelimsizdi. İlk başta reddetti. Daha sonra insafa geldi ve Billy Wright’ı saha ekibine dahil etti. Futbolcuların kramponlarından o sorumlu olacaktı. Haftalık iki paunda anlaştılar ve Wright daha sonra efsane olacağı Molineux Stadı’na ilk adımını atmış oldu.
Bir taraftan da İkinci Dünya Savaşı patlak vermişti. Askerlik yaşı gelen futbolcular görevlerini yapmak için orduya katıldılar. Bu durum da, onun için bir fırsata dönüştü. 1939’da, Billy Wright daha 16 yaşındayken ilk maçına çıktı. 1941’de ise profesyonelliğe adım attı. Savaş zamanında bir dönem Leicester City’de misafir olarak da forma giydi. Askerlik yaşı geldiğinde o da üniformayı sırtına geçirip, orduda fiziksel antrenman hocası olarak görev yaptı. Bir taraftan da futbol oynamaya devam etti. 1946’da normal lig başlayana kadar savaş zamanında tam 100 maçta forma giymeyi başardı. 1947’de Wolverhampton Wanderers’ın efsane teknik direktörü Stan Cullis göreve geldi. 48’de onu kaptan yaptı. Sonrasında ise efsanenin şekil alışını tüm İngiltere izledi.
Okul takımında futbola merkez forvet olarak başlamış daha sonra ise orta sahanın sağına yerleşmişti. Bu pozisyon Wright’ın, oyun görüşünün gelişmesine büyük katkı sağladı. Ancak daha sonrasında takım arkadaşlarının sakatlıkları ve mecburiyetler onu, o dönem taktiksel şemada centre-half diye adlandırılan defans hattının son adamı pozisyonuna geçmeye zorladı. İlk başta bu durum çok şaşırtıcıydı. 1.72 boylarında ufak tefek bir futbolcuydu. Hatta bu durum futbol kariyerin başında ona engel de olmuştu. Ancak keskin sezgi gücü, oyun zekasının yüksek oluşu, enerjisi, zamanlaması mükemmel topa müdahaleleri ve zıplama kabiliyetiyle tüm bu eksi yönlerini kapatmayı bildi. Wright, muhteşem futbol yeteneklerine ya da top tekniğine sahip değildi. Ancak oyunu okumada sahadaki diğer tüm futbolculardan kat kat üstündü. Bu özellikleri de onu yeni pozisyonunda efektif bir futbolcu haline getirdi. Bu zorunlu pozisyon değişimi kariyerini de çok daha farklı bir boyuta taşıdı. Hem Wolverhampton Wanderers’ta hem de İngiltere Milli Takımı’nda vaz geçilmez olmayı başardı. Hem de iki takıma da kaptanlık yaparak.
Oyun sitili onu sahada bir adım öne çıkarıyordu ancak asıl, onu herkesin gözünde değerli kılan kaptanlığıydı. Dönem futbolcuları için muhteşem bir örnekti. Tüm futbol kariyer boyunca hiç kart görmemiş olması örnek teşkil eden ayrıntılardan biriydi. 105 kez milli takım formasını giymeyi başardı ve 100 kez milli olan ilk İngiliz futbolcu o oldu. 70 maç art arda İngiltere Milli Takımı’nda oynayarak başka bir rekor daha kırdı. Booby Moore’la birlikte 90 kez Milli Takım’a kaptanlık yapma rekorunu paylaştı. Ona oynadığı tüm 105 milli maçta formayı veren teknik direktörü Walter Winterbottom, Billy Wright’ı bu kadar çok çağırabildiği için kendini fazlasıyla şanslı hissettiğini her seferinde dile getirecekti. Winterbottom için takımdaki en güvenilir adam oydu. Kaptanlığını; “Tüm futbolcuları etrafında toplayıp onlara güven ve coşku verebiliyordu. Çok iyi bir dinleyiciydi. Taktik tahtasındaki tüm talimatları alır, sahada harfiyen uygular ve tüm arkadaşlarına da ne yapması gerektiğini anlatırdı.” cümleleriyle tarif etmişti. Billy Wright içinse kaptanlık liderlik sanatıydı ve saygı her şeyden önce geliyordu. O, kendisine duyulan saygının farkındaydı ve bunu kaybetmemek için sahada da her şeyini veriyordu.
1950, 54 ve 58 Dünya Kupa’larında boy gösterdi. Wolverhampton Wanderers ile birlikte 1953–54, 1957–58 ve 1958–59 sezonlarını, lig şampiyonu olarak tamamlamayı başardı. 1949’da FA Cup kupasını kaldırdı. 1952’de İngiltere’de yılın futbolcusu seçildi. 1957’de ise futbolun en prestijli ödülü Ballon d’or’a aday gösterildi ancak o dönem Avrupa’yı kasıp kavuran Real Madrid’in yıldızı Alfredo Di Stefano’ya geçilerek oylamada ikinci sırada yer aldı ve ödülü kazanamadı.
Ancak kazandıkları ve kaybettiklerinin yanı sıra onun İngiliz futbolu açısından simgesel önemi çok daha farklıydı. Tipik İngiliz futbolcu profili ile futbol kariyerine başlamıştı. Ailesi işçi sınıfındandı. Kendisi de ait olduğu sınıfa bağlıydı. Milli takım kaptanı olduğunu, kaldığı pansiyona giderken sürekli kullandığı otobüsün biletçisinden öğrenmişti. Ancak daha sonra hem oyun içindeki profesyonelliği hem de yaşamına verdiği şekille kendisinden sonra gelen futbol yıldızlarına önemli bir yol açtı. 1950 ile 1962 yılları arasında beşten fazla otobiyografisi yayınlandı. Fotoğrafları sıkılıkla gazetelerin son sayfasında yayınlanırdı ve yaptığı evlilik sonrası ise Billy Wright’ın profili bambaşka bir boyut kazandı. 1958’de Joy Baverly ile evlendi. Joy, Baverley Sister adlı üç kız kardeşten oluşan pop grubunun en büyük üyesiydi. Bu evlilik, Wright’ı artık pop dünyasının da içine sokuyordu. Pop müziği ve profesyonel futbol dünyaları arasında o dönem için oldukça sıra dışı bir birlik ortaya çıkmıştı ve bu durum sürekli bir haber hikayesi üretmek için gazetecileri iştahlandırıyordu. Ne kadar gizli tutmaya çalışsalar da nikahlarını binlerce kişi izlemişti. O futbol dünyası ile pop dünyasını ilk birleştiren olarak adımı atmıştı ve onun örnek teşkil ettiği bu yaşam tarzı pop star futbolcuların daha sonraki nesillerde ortaya çıkmasında etkili oldu. Özellikle 60’lar ve 70’lerdeki futbol yıldızları onun açtığı bu yoldan yürümeye başladılar.
Ancak tüm bu şaşalı durumlara rağmen o sakin ve sade kalmayı da başardı. Dönemin önemli takımlarından birinin ve İngiltere Milli Takımı’nın kaptanı aynı zamanda da iyi bir aile babası olarak çizdiği profille ayrıca takdir topladı. Tüm bunlar bir araya gelince de Milli Takım’a verdiği hizmetlerden ötürü 1959’da üstün hizmet nişanına layık görüldü. Evet bir futbolcu olarak sergilediği performanstan ötürü Ballon d’or kazanamamıştı ama ülkesinin en önemli nişanlarından biri kendisine verilmişti.
Shopshire doğumlu Billy Wright, Wolverhampton Wanderers için 541 maça çıktı, İngiltere için 105 kez milli formayı giydi. İngiltere’nin gelmiş geçmiş en iyi futbolcularından biri olarak anıldı. 1994’te kanserden ölmeden önce Wolves’ın stadyumu olan Molineux’un ana tribününe adının verildiğini gördü. Ancak stadyumun önüne yapılan heykelini göremeden hayata gözlerini yumdu. 15 yaşında kramponlardan sorumlu olarak girdiği Molineux Stad’ından, önüne heykeli dikilen bir efsane olarak ayrılmayı başardı.