-Bir Mehmetcan ARISOY yazısı-
Günümüzde hayran olduğumuz zarif ayakların zamanı artık geçiyor. Tarih onları birer mit gibi bizden alıyor ve geriye kalan sadece siyah-beyaz hikayeler oluyor. Bu renksiz zamanlara renk getiren, döneminin en zarif oyuncularının başında da İspanyol Luis Suarez geliyor.
Pek çok kimse için futbolu anlamlandıran teknik orta sahaların devri yavaş yavaş bitiyor. Daha önceleri sırtlarında taşıdıkları 10 numaralı forma ile özdeşleşen, ince paslara ve akıl almaz gollere imza atan bu zarif isimlerin yenileri gelmiyor. Bize de onları anmak ve saygı duruşunda bulunmak düşüyor. Bu saygı duruşunun baş rolü ise 60’lı yılların en zarif isminden başkası değil: Luis Suarez Miramontes.
Luis Suarez’in en çok özleştiği takım pek tabi Internazionale. Ancak öncesinde yaptıklarına da bakmakta fayda var. Hikaye doğduğu bölgenin en büyük takımı Deportivo La Coruna’da başlıyor. Galiçyalı sihirbaz henüz o günlerde abisi gibi futbolcu olma hayalleri kuruyor. Abisi Jose Suarez Miramontes bölgenin bir diğer büyük takımı Celta da Vigo’da oynuyor. Ancak Luis’in kariyerinin geldiği nokta onu sadece evin değil, ülkenin de en büyüğü yapıyor.
Deportivo günlerinde profili yüksek bir sol kanat oyuncusu olarak oynuyor. Ancak henüz on sekiz yaşında ve pek fazla forma şansı bulamıyor. Bulduğunda ise kendini bir üst seviyeye çıkartacak hamleyi yapıyor ve ülkenin bir ucundan diğer ucuna gidiyor: Barcelona.
Barcelona taraftarı halihazırda sahip olduğu Macar yıldız Laszlo Kubala sonrası bir yıldız daha kazanıyor. Katalan ekibinde yaptıklarıyla ulusal bir yıldıza dönüşüyor. Topu aldıktan sonra yaptığı hızlı driplingler dönemin futbolu adına fazlasıyla sıra dışı. Kafası her zaman yukarıda, her zaman bir sonraki anı hesaplayan bir futbol zekası. Nasıl bir etki bıraktığını söylemek gerekirse onu bugünün Xavi Hernandez’i yahut Andres Iniesta’sı olarak göstermek pek de yanlış olmayacaktır.
Katalan ekibiyle geçirdiği yedi sezonda iki Fuar Şehirleri Kupası, iki La Liga ve iki Kral Kupası kazanıyor. 1960 yılında ise bireysel olarak futbolun zirvesine çıkan Luis Suarez, Ballon d’Or’u kazanan ilk İspanyol futbolcu oluyor. Geride bıraktığı rakipleri ise Macar yıldız Ferenc Puskas ve Hamburg’un gol makinesi Uwe Seeler oluyor. Bugün, aradan geçen elli sekiz seneye rağmen bu konuda tek olma unvanını korumaya devam ediyor. Ertesi sezon tekrardan aday olay gösteriliyor ancak bu kez ödül Juventus’un yıldızı Omar Sivori’ye gidiyor. İkinci olan Luis Suarez’in arkasında ise Fulham efsanesi Johhny Haynes mevcut. Barcelona’yı Avrupa’nın zirvesine çıkarmaya çok yaklaşıyor ancak finalde yaşanan şansızlıkların sonucu hüsranla bitiyor. Bu şanssızlığı kırmak içinse yönünü Çizmeye çeviriyor.
“Ülkemin dışında da başarılı olup kendimi kanıtlamam gerektiğini hissettim.”
141 bin pound. Bu bonservis bedeli onu dünyanın en pahalı futbolcu yapıyor. Internazionale hem ülke çapında hem de uluslararası alanda başarılar elde eden bir takım. Takımın başında da dönemin en büyük teknik direktörlerinin başında gelen Helenio Herrera. Dönemin Interli yıldızı Sandro Mazzolla daha sonra hocası için ‘Herrera İtalya’ya geldiği zaman kimse hocaları tanımaz, isimlerini bile bilmezdi. Kimse onları umursamaz, onlar da basın toplantılarına katılmazlardı. Sadece soyunma odasında ve saha kenarındaydılar. Sonrasında her şey tersine döndü.’ diyecekti. Arjantinli çalıştırıcı, Luis Suarez’i bugüne kadar yaptıklarını unutturacak türden bir seviyeye getirdi. Artık merkezde, oyunun tam kalbinde yer alıyordu. Dönemin sert ve gaddar savunmacıları bir yana, günümüze kıyasla pek yetersiz bir tempo vardı. Bu tempoyu ayarlayan isim ise Luis Suarez’den başkası değildi. Hereria’nın katenaçiyosu tarihin en özel taktiklerinden biri olurken, genel hatlarıyla savunma ağırlıklı düşünülen bu taktiğin en narin parçası Luis Suarez oluyordu. Tempoyu gerektiği zaman yükselten, gerektiği zaman da düşüren bir belirleyici, golleriyle de skora direkt etki eden bir sihirbazdı. Kimileri ona Galiçyalı Sihirbaz, kimileri ise Mimar diyordu. Barcelona sonrası başka bir ülkede daha kendini kanıtlamış, kıtanın en iyilerinden biri olmuştu.
Başarısını Avrupa’da kazandığı kupalar ile pekiştiriyordu. Inter ile kazandığı iki Şampiyon Kulüpler Kupası, iki de Kıtalararası Kupa kazandı. Üç Serie A şampiyonluğu da Inter’in artık ‘Grande Inter’ olarak anılmasını sağlayacaktı. Ballon d’Or’da tekrardan aday gösterildi ancak 1964’de Denis Law’ın altı oy gerisinde ikinci oldu. Ertesi sezon adı yine son üç isim arasındaydı. Ödülü Benfica’dan Eusebio aldı, onun arkasında da Luis Suarez’in takım arkadaşı Giacinto Facchetti vardı.
Inter sonrası Sampdoria’ya giden ve futbolu orada bırakan Luis Suarez için artık teknik direktörlük zamanı gelmişti.
Oyunculuğunda sahanın lideri, oyunun en özel ayaklarından biriydi. Şimdi bu başarıları saha dışında göstermeliydi. Şehrin diğer takımı Genoa’nın altyapısında başlayan antrenörlük kariyerinin ilk büyük adımını efsane olduğu Inter’e gittiğinde attı. Ancak ortaya çıkan tablo beklenenden çok uzaktı. Nerazzurri’nin başında çıktığı 41 maçta sadece 15 kez kazanabildi, dahası 14 kez kaybetti. Bu başarısız tablo sonrası ülkeyi gezmeye başladı. Sırasıyla Cagliari, SPAL ve Como’da kısa ve yetersiz dönemler geçirdi. Artık eve dönme zamanı gelmişti.
Futbola başladığı yer Deportivo’ya döndü. Ancak fazla mesai yapmadan İspanya’nın alt yaş milli takımının başına geçti. Bir yıllık bir geçiş döneminin ardından ülkenin en önemli koltuğuna oturacaktı: İspanya Milli Takımı.
1990 Dünya Kupası’nda grup süreci iyi geçti. Uruguay ile berabere kaldı, Güney Kore ve Belçika’yı ise yendi. Gruptan namağlup çıkılmasına karşın Yugoslavya karşısında mağlup olan İspanya evine döndü. Sonrasında Avrupa Şampiyonası elemelerinde takımın başındaydı. Ancak üst üste alınan Fransa, Macaristan ve Romanya mağlubiyetleri onun sonunu hazırladı. Sahadaki Suarez, saha kenarında aynı sihri yapamıyordu.
Luis Suarez Miramontes Deportivo’da ilk adımları attı, Barcelona’da çıkış yaptı ve Inter’de zirveye çıktı. En sevilen oyuncu tipiydi o. Üstün tekniği zaman içinde mevkisinde yer değiştirmesini sağladı. O, bugün hayranlıkla izlediğimiz 10 numaraların yol göstericisiydi. Altmışlı yılların en zarif ayağı, en büyük yeteneğiydi. Her zaman saygı gördü ve özlendi. Bu, tarihin en büyük İspanyol futbolcusuna yakışır bir saygı duruşuydu.