İngiliz futbolunun yetiştirdiği önemli savunmacılardan olan Blackpool simgesi Jimmy Armfield’in sunduğu BBC Radyo’daki Futbol Efsaneleri programında yer alan bu röportaj Gizem Denizcioğlu tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Programa, Stanley Matthews’un kariyerinde yolunun kesiştiği futbolcu arkadaşları ile menajerleri; Walter Winterbottom, Tom Finney, Jimmy Mcllroy ve Hugh Kelly katılmıştır. Hatta ünlü futbolcunun yakın arkadaşı komedyen Charlie Chester da programda yerini almış… Ballon d’Or’un ilk sahibini kendisinin ve dostlarının ağzından dinliyoruz…
Jimmy Armfield: Evdeki sevinci çok iyi hatırlıyorum. Muhtemelen, hayatımın değiştiği gündü. O günlerde Blackpool’un altyapısındaydım ama bir yandan da üniversiteye gitmekle, futbolu bir kariyer olarak tercih etmenin arasındaydım. O sıralar Paris’teydim ve Matthews futbola bir şans vermem konusunda beni cesaretlendirmişti. İyi ki de öyle yapmış, futbol o günden beri benim hayatım. Ayrıca ‘Büyük’ Stanley Matthews’la beraber altı sezon oynama ayrıcalığını da tattım. Stanley futbolu “Hiçbir şeyde başarısız olmamak” olarak tarif ederdi ve bunun bir adamda vücut bulmuş haliydi. Muhtemelen tüm zamanların kendini, işine en adamış futbolcusuydu. Stanley’nin ilk günlerini anlattığı bir kayıtta şöyle söylüyor:
Stanley Matthews (S.M.): Topla oynamayı çok severdim. Hatta çoğu zaman kasaba gider, domuzun mesanesini alır, hava karardığında bir sokak lambasının ışığında onunla oynardım ve bundan çok keyif alırdım. Babamın asıl mesleği berberlikti ama ayrıca tüy siklet bir boksördü de. Ve sanırım, o yıllarda 25’ine girmek üzereyken sadece 6 maç kaybetmişti. Bende bir şeyler görmüş olmalıydı ki, daha fit olmam gerektiğini fark etti. Ve bilirsin, bana,“Henley’den Stoke’a yürüsen, gelip öğle yemeğini yesen ve tekrar yürüsen iyi olur” demişti. Bu günde 8 mil yapıyordu. Bana vereceği tek şeyin, karlı havalarda bir otobüs parası olduğunu söylemişti. Günlerimi yürüyüş yaparak geçirirdim ve bunu severdim de.
Ama ne annem, ne babam ne de ağabeylerim hiçbir zaman benim için “İyi oynadı” demezlerdi, annem bazen “Bugün kazandın mı?” diye sorardı, hepsi bu kadardı. Futbolla ilgili hiçbir konuşma geçmezdi ve ben, babamın beni hiç oynarken izlemediğini düşünürdüm. Ama daha sonraları öğrendim ki, işten gizlice çıkıp beni izlemeye gelirmiş. Eğer o zamanlarda bana işten çıkıp beni izlemeye geldiğini söyleseydi buna asla inanamazdım ama aklından ne geçtiğini asla bilemezsin… Disiplinimi, fitliğimi ve hakemle asla tartışmama özelliğimi (ki bence harika bir özellik) babamdan aldım.
Stanley iki dünya savaşı arasında büyümüş, hiçbir antrenör yardımı almadan sokak futbolunun bir parçası olarak kendi geliştirmişti. Ama bu ona hayatı boyunca sahip olacağı öz disiplini ve alçak gönüllüğü vermişti. Matthews’un onu özel yapan büyülü bir yeteneği vardı, taraftarları heyecanlandırırdı. Bir başka futbol efsanesi Tom Finney, en büyük rakibi olarak adlandırdığı Matthews’dan bahsediyor:
Tom Finney (T.F.) : Bana sorarsan, Matthews, su götürmez bir şekilde o günlerin en iyi futbolcusuydu. İnsanları alt etme konusunda ciddi bir yeteneği vardı. Öyle bir hıza sahipti ki şimdi bile bundan bahsedilir. İlk on yardda çabuk hızlanırdı ve bu onun farkını ortaya koyardı. Kolaylıkla rakiplerini geride bırakırdı ve yakalanamazdı.
Çok kurnaz bir adamdı ve ben bunu bir maharet olarak nitelendiriyorum. Gerçekten mükemmeldi.
T.F. : Evet öyleydi ve bence Stan kendini saklardı da. 90 dakika boyunca bütün gücüyle oynamazdı, bizim yorulduğumuz on ya da yirmi dakika için kendini saklardı ve o aralıkta üç ya da dört harika gol şansı yaratırdı.
Matthews hakkında doğru bir şey varsa, o da şuydu ki, savunma oyuncularını gerçekten çok şaşırtırdı. Söylediğim biraz abartı gelebilir ama buna ilk elden şahit oldum. Bekleri öylesine endişelendirirdi ki, ona çalım atmayı neredeyse reddeder ve bu harika adamın en sonunda bir pas vereceğini düşünerek geri çekilirlerdi. Savunmayı, gelip topu ondan almaya davet ederdi ve böyle bir durumda bunu yapabilen bir savunma oyuncusu çok nadir çıkardı.
İngiltere Milli Takımı Teknik Direktörü Walter Winterbottom da aynı şeyden bahsediyor.
Walter Winterbottom (W.W.): Top sürmenin işin en önemli parçalarından biri olduğunu düşünen birçok oyuncu, hızlı koşarak inanılmaz bir hızla rakiplerini geçerdi. Ama Stanley böyle değildi. Onun top sürüşü eşsizdi. Topu alırdı ve topla öyle bir kıvrılır ki, bunu ancak bir yılan yapabilirdi. Bilirsin, Stanley’in önüne top düştüğünde rakipleri bir anda topun üzerine saldırırdı, işte Stanley tam da o anda onları saf dışı bırakırdı. Ya da onları yavaşlatır, hızlıca topa vuracak gibi yapar ve aradan sıvışırdı. Tabii bir de bunlara ek olarak, kale çizgisine yakın olduğunda topu önce bir tutar sonra orta sahaya kadar bir pas atar ya da yakınında birine pas atardı, demek istediğim, bir gol şansı yaratma çabası gerçekten inanılmazdı. Stanley topu aldığı zaman yapabileceğin hiçbir şey yoktu. Pozisyonunu alır ve kale çizgisine bakardın. Topu sadece gol attıktan sonra sana verirdi. Gerçek bir fenomendi.
S.M.: Yeteneğime güvenim her zaman tamdı ama bana insanları nasıl çalımladığımı sorma çünkü gerçekten bunu anlatmanın bir yolu yok. Hiçbir fikrim yok. Bana kalırsa bunun sebebi sahada acımasız olmam. Rakibimi yenmeyi gerçekten çok istiyordum ve eğer bunu yapacaksam öncelikle onun özgüvenini yerle bir etmeliydim. Çünkü bir futbolcunun sahada özgüveni sarsıldıysa ona istediğiniz her şeyi yaptırabilirsiniz.
Steve Matthews’un asıl sırrının özgüveni olduğuna inanıyorum. Bu özgüven, inanılmaz hızından ve fitliğinden geliyordu. Sahada merhametsizdi, asla hata yapmazdı ve oldukça profesyoneldi. Birçok zamanda ve durumda olağanüstü bir iş çıkarıyordu. 23 yıllık kariyerinin zirvesindeydi. 85 milli maçı vardı ve bunların 31 tanesi savaş zamanındaydı. Son maçı ise Danimarka’ya karşıydı ve yaşı 42’ydi. Tekrar Walter Winterbottom’u dinliyoruz.
W.W.: 1947’de Belçika’la bir dostluk maçı yapıyorduk. İlk yarı neredeyse bitmişti ama iyi durumda değildik. Sonra, Stanley ikinci yarıda sahaya çıktı. Son goller gerçekten harikaydı. Orta saha çizgisi civarında topu aldı. Rakip sahaya geçti ve iki ya da üç kişiyi ekarte etti. Pozisyon korner bölgesinden penaltı noktasına doğru gelişiyordu. İçeri kat etmeye devam etti. Karşısında Belçikalıların kaptanları kalmıştı. Geçileceğini biliyordu. Çok iyi biliyordu. Koşup Stanley’e müdahale etti. Ve o an Stanley şortu neredeyse dizlerinde koşmaya devam etti, topa vurdu ve çok rahat bir gol şansı yakaladı. Stadı alkış sesleri doldurmuştu. O günlere dair en iyi detaylardan biri de, bir futbolcu buna benzer başarılı bir hamlede bulunduğunda bunu, bütün kalabalık alkışlardı. Stanley’i sadece kalabalık alkışlamadı, herkes, iki takım da onu alkışlarken Stanley önlerinden yürüyordu. Ne daha öncesinde ne de daha sonrasında bir daha böyle bir şeye hiç rastlamadım. Kimse hislerine hâkim olamıyordu. Gerçekten çok duygu dolu bir andı.
S.M.: İlk maçımı Portekiz’e karşı oynadığımı hatırlıyorum. 10-0 bitmişti. 10’unucu golü attım. Muhteşem bir maçtı.
1947’de Stanley Blackpool’a transfer oldu. Hem de oldukça ucuz bir miktara. 11500 Pound ve bir şişe viski. Stanley çoktan bir halk kahramanı olmuştu ve kalabalıkları peşinden sürüklüyordu, rakip takımların çoğu ondan korkuyordu ve ne kadar durdurmaya çalışsalar da Stanley hep başarılı oluyordu. Ellilerin sonuna doğru, takım oldukça başarılıydı, şampiyonluk için Manchester United’la yarışıyorduk. Stanley’nin ilk takım arkadaşlarından İskoç Huey Kelly, bu harika adam hakkındaki izlenimlerini anlatıyor:
Huey Kelly (H.K.): Kendi başına, sessizce otururdu. Turnuva boyunca iniş çıkışları olmuştu, o zaman anladım ki sadece ben değil Matthews gibi bir isim bile gerilebiliyordu. Onun varlığının takımı rahatlatmasına rağmen, soyunma odasında yerinde duramıyordu.
Mathews çok farklı ve özel bir adamdı. Onu en iyi tanıyanlardan biri olan Charlie Chester ondan şöyle bahsediyor…
Charlie Chester (C.C.): Blackpool’da opera salonundaydım, Matthews’ın dünya futbolunun en büyük ismi olduğunu biliyordum. “Cheerful Charlie Mathews” (Neşeli Charlie Matthews) adında bir skeç yazdım. Espirili bir skeçti. Stanley’le buluşup ona bir şeyler ekleyip çıkardık. Onunla ilk kez böyle tanıştım. Daha sonraları, ailemin önemli bir parçası oldu ve iki yılımı onunla beraber geçirdim. Eşim onu ‘Bay Mükemmel’ diye adlandırırdı, çünkü o zamanlar, Stanley asla sigara içmez, içki içmez, kadınlara bulaşmaz ve büyük konuşmazdı. Kendini tamamen futbola adamıştı. Bir de, onun olayı temiz havada koşuydu. Tabii ki Blackpool’un temiz havası beni sarıp sarmalayan ve uykuya daldıran bir havaydı, Stanley sabahları erkenden kumsalda koşmak için beni uyandırmaya gelir, evimin önünde durur ve “Charlie!” diye bağırırdı. Her ne kadar koşamaya meyilli olmasam da koşabildiğimiz kadar uzağa koşardık – tabii ki ben büyükbabalar gibi sürekli sızlanırdım- Ama aslında onunla eğlenirdim, bilirsiniz en nihayetinde eğlenceli bir adamdı. Dönüş yolumuzda çocuklar olurdu, hepsi futbol oynamak için Stanley’i beklerdi. Ve futbol oynardık. Bir gün bu işten sıkılacağını düşünebilirdiniz ama hiç sıkılmadı. Superman gibiydi, -sadece biraz daha iyisi-
Stanley Blackpool’la birçok başarıya imza attı. 5 yılda gelen 3 FA Cup finali, 1948 ve 1951’de Wembley Stadyumu’nda önce Manchester United’a sonra da Newcastle’a kaybetti. 1953 güzel bir yıldı. Ama Stanley neredeyse büyük günü kaçırıyordu.
S.M.: Bacağımın arkasındaki kasların ağrıdığını hissediyordum, kendimden şüphelerim vardı çok iyi değildim. Daha sonra doktor bana bir iğne yaptı ama yine de hala endişeliydim, daha fazlasını istiyordum, takımımı yarı yolda bırakmazdım.
Neyseki her şey yolunda gitti. Gerçekten başarmıştı, herkes Stanley’nin yapamayacağını düşünüyordu ama şans ondan yanaydı. Stan Mortensen, 10 kişiyi geride bıraktı ve ilk golünü attı. İkinciyi de… Frikikten beraberliği yakaladılar. Ve FA Cup’taki ilk -ve tek- hattrick’i yapmış oldu.
S.M.: Bilirsin, zirvedeydik. Ve zirvedeyken her şey çok hızlı ilerler… Her şey lehimize ilerliyordu. Morty’nin çok akıllı olduğunu söylemem gerek. Ben topa vurmadan beni dürttü. Ralph Banks de oradaydı. Jackie Moody’nin uzak direğe oynandığını bilirdim. Kaleci yakın direkteydi. Bu şekilde her şeyi önümde görebiliyordum. Sol tarafından Ralph’i kullanıp Morty’yi görmeye çalıştım ve tam istediğim yerde olmasını istedim. Bilirsiniz birden böyle şeyler olur; Bill Paddy koşmaya başladı ve Morty ona; “Bill boşluk!” diye bağırdı. Morty de savunmacıyı alıp büyük bir boşluk oluşturdu. Ben de bir çocuğun bile yapabileceği şekilde en basit pası verecektim. Fakat top Bill Pady’e bir mermi gibi gitti. Birçok durumda olduğu gibi -çünkü her ne kadar sol kanatta oynasam da ben bir sağlağım- sahanın ortasına koştum ve şans bana güldü. Herkese denk gelebilirdi.
Stanley sevse de sevmese de Wembley’deki bu final, sağ kanattaki muhteşem performansından ve birçok golü hazırlamasından dolayı “Matthews Finali” olarak biliniyor.
S.M.: Bana kalırsa bu Matthews Finali değil. Biliyorsun, böyle bir finalde üç gol atmak önemli. Sanırım finale benim adımı vermelerinin nedeni, gösteriyi benim yapmamdı.
Büyük kalabalıkların olduğu güzel zamanlardı, ama futbolcular çok az para kazanırdı. Matthews gibi ünlü bir futbolcu bile benim gibi, birkaç sezondur takımda bile olmayan bir futbolcuyla aynı parayı alırdı. Eşsiz biriydi ve 47 yaşında bizi bırakıp Stoke’a döndükten sonra Bloomfield’da hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Takım arkadaşlarından Jimmy Mcllroy ondan şöyle bahsediyor,
Jimmy Mcllroy (J.M.): Bir hafta içinde Stoke City’i yükseltmişti. 31’inde tecrübeli bir futbolcuydum, yine de topu Stan aldığında hissettiğim rahatlığı hâlâ hatırlarım. Sanki onun özgüveni bütün takıma yayılırdı. Bana kalırsa, 40’larının sonunda bir adamın bunu başarması gerçekten inanılmazdı. “20’lerinde kim bilir nasıldı?” diye düşünürdüm.
Yetenekleri hakkında ne düşünüyorsun?
J.M.: Stan’den her zaman “Topun Sihirbazı” olarak bahsedilir. Bunu düşündüğüm zaman kafamda, topla birlikte harikalar yaratan insanlar canlanıyor. Ama bana kalırsa, Stan’in sırrı bu değildi. İnanılmaz bir hıza sahipti. Ve zamanlaması her zaman çok iyiydi. Ona karşı oynayan herkes Stan’in onları zorlayacağını bilirdi ve sadece onu durdurmaya çalışırlardı.
1948’de ilk ve 1963’te ikinci kez “Yılın Futbolcusu” unvanını kazandı. Ve o yılın Şubat ayında 50. doğum gününden beş gün sonra, Stoke City, Fullham’ı yendiğinde son üst seviye maçını oynamıştı. Kariyerimin en üzücü anlarından biri, o geceyi kaçırmış olmamdır. Grip olmuş bir şekilde yataktaydım. Matthews’un da bazı pişmanlıkları vardı…
S.M.: 50 yaşıma geldiğimde, hemşire futbolu bırakmam için iyi bir zaman olduğunu düşünüyordu. Ama bu bir hataydı, iki yıl daha devam edebilirdim çünkü hâlâ benim için en hayati olan şeye, çevikliğe sahiptim. 50 ya da 70 yaşında olmak farketmez, her zaman bir genç gibi, sabahları esneme ve nefes egzersizimi yapar, bahçede küçük bir yürüyüşe çıkarım. Bu sayede hala iyiyim.
80. doğum günü partisindeydim ve şunu garanti edebilirim ki, hala çok iyi iş çıkarırdı. 1987’de Potteries’e dikilen heykelinden bir alıntıyla bitirmek istiyorum…
“İsmi oyunun güzelliğini anımsatan, ünü zamansız ve uluslararası, sportmenliği ve mütevazılığı evrensel kabul görmüş, insanlarla birlikte ve insanlar için büyülü bir futbolcu.”
Onun gibisini bir daha görebilir miyiz merak ediyorum.