-Bir Buğra BALABAN yazısı-
Oleg Blokhin, 1963 yılında Lev Yaşin’in ardından Altın Top ödülüne erişen ikinci Sovyet olmuştu, oylamada da sahadaki slalomları gibi yalnız kalmıştı.
Tuhaf zamanlardı… Soğuk savaş sürüyordu belki ama gönlünü iki kutbun doğu yakasına kaydıranlar için sığınılacak liman sayısı azalıyordu. Sovyetler güç kaybediyor, ekonomideki duraklama, inceden inceden birliğin sonunu hazırlıyordu. Amerika’nın şişirdiği reklam ve popüler kültür balonu, kültürel bir emperyalizm şeklinde tüm dünyaya sirayet etmeye başlıyordu. Bugünün dünyasında açıkça hissedilen tek tipleşmenin belki de temelleri atılırken, bu tehdidi öngördükleri için midir yoksa kırmızıya bağlılıktan mıdır bilinmez; hatırı sayılır bir kitle hâlâ Doğu’da tutunacak bir dal arıyordu. Ne vardı yani her şey hayal ettikleri gibi gitmediyse? Kar yağmadık birkaç güvenilir dağ kalmıştı elbet. İşte orada, Lobanovski’nin Dinamo’su 11 yıl sonra yeniden Kupa Galipleri Kupası’nda finaldeydi ve evet, ümitle doldukları 1975’te olduğu gibi Blokhin yine kupayı getiriyordu…
Oleg Blokhin, altyapısından çıkıp 18 sene boyunca formasını giydiği Dinamo Kiev’de pek tabii teknik direktör Valeri Lobanovski’yle özdeşleşti ama ona formayı ilk veren hoca Sovyet taktisyen Viktor Maslov’du. Şampiyonluk gördüğü ilk sezon ise takımın başında Alexander Sevidov vardı. Çok fazla sahaya çıkamadığı 1971 sezonunu takımın oyun tarzını gözlemleyerek geçiren Blokhin, üç yıl aranın ardından şampiyonluğa uzanan Dinamo’nun sistemini şöyle açıklayacaktı: “Takım o sezon çok parlak bir futbol oynadı. Oyuncuların hareketleri ve senkronizasyonu, aritmi ve hücum aksiyonlarının yoğunluğu 1971 yılı Dinamosu’nun temel ilkeleriydi. Takım fiziksel presi ve onsekize atılan uzun topları neredeyse tamamen bırakmıştı. Seri kombinasyonlar ve beklenmedik pozisyonlar yaratmak için çaba gösteriyorduk.” Jonathan Wilson’ın dilimize Futbol Taktikleri Tarihi adıyla çevrilen kitabında da yer alan bu pasajdaki kilit nokta, belki de bırakılan ‘fiziksel pres’ti. Zira Dinamo’nun yeniden pres yapmaya başlaması uzun sürmeyecek ve başarılarla dolu yılların da temelinde o pres yatacaktı.
Takip eden yıl şampiyonluğu bugünün Zorya Luhansk’ı, o dönemki ismiyle Zarya Voroshilovgrad’a kaybeden Dinamo’da Sevidov’un yerine takımın başına Valeri Lobanovski geliyor ve kulübün çehresi değişiyordu. Kiev, Sovyetler’in bilgisayar mühendisliği merkeziydi ve Lobanovski de mühendis geçmişinden mütevellit şehre terzide dikilmişçesine yakışıyordu. Oyuncularına bir numaralı düsturu “Düşünmeyin! Ben sizin yerinize düşünüyorum. Oynayın!” olan Lobanovski, bir makine yaratmaya kararlıydı. O makinenin en ışıldayan parçası da Oleg Blokhin’di.
Takvimler 1975’i gösterdiğinde, makine tam kapasiteyle çalışıp Avrupa’nın zirvesine çıkmaya hazırdı. İlk adım, Kupa Galipleri Kupası finaliydi. Karşılarında Doğu Blokunun bir diğer temsilcisi Ferencvaros olunca, finale ev sahipliği yapan Batılılar maça pek ilgi göstermedi. Basel’in yaklaşık dörtte üçü boş Saint Jakob Park’ında Macarları 3-0’la geçen Dinamo, Sovyetlere kulüpler seviyesinde ilk büyük zaferini getirdi. Tıpkı 1950’lere hükmeden Macar futbolunun zamanın hızına ayak uyduramadığı gibi, o gün Ferencvaros savunması da finali bir gol, bir de asistle kapatan Blokhin’in süratine karşı koyamıyordu. Blokhin’in alametifarikasının bir sonraki kurbanı, o maçtan iki hafta sonra Leeds United’ı geçerek üst üste ikinci kez Şampiyon Kulüpler’i müzesine götüren Bayern Münih olacaktı.
Oleg Blokhin’in oyunculuk yıllarıyla ilgili denk geldiğiniz herhangi bir yazıda onun süratinden bahsedilmediğine şahit olamazsınız. Hatta Blokhin’in hızı öylesine dillere destandı ki 1972 Münih Olimpiyat Oyunları’nın 100 metre şampiyonu Valeri Borzov’dan dahi daha hızlı olduğu rivayet edilirdi! Geçmiş zamanın driplingle özdeşleşen Garrincha tarzı yıldızlarının aksine Blokhin sırma gibi dik duruşu ve bir atleti andıran göğüs-omuz genişliğiyle farklı bir siluet çiziyordu. Bu kendine has görünüşün genetik kodlarıysa annesi Ekaterina’da saklıydı. 80 metre engellide Sovyetler şampiyonluğu da bulunan Kiev’li Ekaterina, hem Blokhin ailesinin Kiev’e yerleşmesinde hem de oğlunun sahada fırtına gibi esmesinde başrol oynamıştı.
Blokhin’in süratinin hafızalara kazındığı eşleşme, 1975 UEFA Süper Kupa buluşmasıydı. Lobanovski, bugün artık genel geçer hâle gelen istatistik ve video analizi gibi konuları sıkı şekilde maç hazırlıklarına yansıtan ilk teknik direktörlerden biriydi. Birçok kaynakta total futbolla özdeşleştirilse de özellikle büyük rakiplere karşı ortaya koyduğu futbol oldukça muhafazakârdı. Total futbol dendiğinde Hollanda ve Barcelona’yı hatırlayıp tek odağı hücum olan takımlar aklınıza gelebilir. Ancak Lobanovski her maça ayrı bir plan hazırlarken, önceliği müdafaaya biçtiği günlerin sayısı da az değildi.
Münih’teki ilk maça da kaybetmeme gayesiyle çıkmıştı Loba. Blokhin’in partneri Onischenko’yu kenarda oturtup tamamen savunmacı bir kurguda ileride Blokhin’i yalnız bırakmıştı. Maç boyu Jose Mourinho’ya taş çıkartacak kadar geriye yaslanan Dinamo’da sahne sırası 66’da Blokhin’e geliyor, kendi yarı alanının sol kenarından aldığı topu yaklaşık 60 metre süren Kievli, önce Georg Schwarzenbeck’i, akabinde de aralarında Kaiser Beckenbauer’in de bulunduğu etrafındaki diğer üç Bayern savunmacısını afallamış vaziyette bırakıp altıpasa dek süzülerek Sepp Maier’i avlıyordu. Birkaç hafta sonraki rövanş maçında 100 bini aşkın Sovyet’in gözleri önünde tarih yazılıyor, Blokhin’in iki golüyle Birlik, başlarda tu kaka ettiği futbolda Avrupa’nın en büyüğü oluyordu. Blokhin’in serbest vuruştan kaydettiği ikinci golü öncesinde yine kendi yarı sahasından başlayan ve annesini kıskandıracak derecede bir sürate sahne olan slalomuysa tıpkı Picasso’nun Guernica’sı gibi kariyerinin başyapıtıydı.
(Avrupa’nın en büyük ülkeler arası rekabetleri arasında Bayern Münih-Dinamo Kiev eşleşmesini saymak naiflik olur belki ama bu iki takımın ne zaman yolları kesişse ağızlara bal çalmayı başardıklarını da not düşmek gerek. 1976-1977’deki Şampiyon Kulüpler çeyrek finali ya da yıllar sonra 1999’daki Şampiyonlar Ligi yarı finali gibi…)
1974’te Dünya Kupası kazanan çekirdeğin sahibi, iki yıl üst üste Şampiyon Kulüpler Kupası galibi Bayern Münih’in façasını alan Blokhin, o iki maçın da büyük etkisiyle o sene Altın Top ödülüne layık görüldü. 1963’te bunu başaran Lev Yaşin’in ardından o payeye erişen ikinci Sovyet olan Blokhin, oylamada da sahadaki slalomları gibi yalnız kalmıştı. 26 ülkenin 20’sinden birincilik reyini kapan Kievli, tıpkı o ilk maçtaki golünde olduğu gibi, oylamanın ilk 10 sırasında da dört Bayernliyi arkasına almıştı. Franz Beckenbauer’e dört ilk sıra oyu çıkarken, Sepp Maier’i bu ödüle layık gören iki ülke arasında Türkiye de vardı. France Football, taa o dönemden “git gide savunmaların ön plana çıkmaya başladığı” günlerde Johan Cruyff’ü takip eden sene ödülün Blokhin’e gitmesini “hücum futbolu adına önemli” şeklinde yorumluyordu. Dönemin editörleri bugün hayattalarsa ne düşünüyorlardır kim bilir! Bir de ilginç not; Blokhin, ödülünü almak için gereğinden biraz fazla beklemiş, 1976-1977 sezonunda Şampiyon Kulüpler Kupası çeyrek final eşleşmesi öncesinde ödülü takdim edilmişti. Rakip kim miydi? Evet, Bayern Münih…
Blokhin için büyülü geçen 1975 senesinin özel köşelerinden biri de 2 Nisan günüydü. Zira milli takımla memleketi Kiev’deki ilk golünü Euro 1976 elemelerinde o gün, Sabri Dino’nun koruduğu Türkiye kalesine, altı pasın arka direğe yakın bölümünden atmıştı. O gol, Sovyet üniformasıyla Türkiye’ye atacağı dört golün de ilkiydi.
Blokhin, 18 yıl formasını terlettiği Dinamo’da 15 sezon çift haneli gol miktarlarına ulaşarak istikrarlı bir görüntü çizmeyi de başarıyordu. Dönemin gazetelerine kalırsa Real Madrid’inden Rapid Wien’ine sayısız takım Blokhin için Birlik’in kapısını çalıyor ama 36 yaşından önce ülkeyi terk edemeyeceği cevabını alıyordu. Blokhin kariyerinin sonlarına yaklaşırken, Kupa Galipleri Kupası’nı 1986’da bir kez daha havaya kaldırıyor, bu kez sahadan boynu bükük uğurladıkları taraf, Luis Aragones’in Atletico Madrid’i oluyordu. Blokhin, 3-0’lık finalde ikinci gole imza atıyor, devamlılığını final sahnesinde de kanıtlıyordu. Kiev’in Süper Kupa dublesi yapmasını engelleyen isimse birkaç ay sonra serbest vuruştan Kiev ağlarını sarsan Steaua Bükreş’li Gheorghe Hagi olacaktı.
Sovyetler Birliği milli takım tarihinin de en fazla maça çıkan (112) ve en çok gol atan (46) oyuncusu olan Blokhin yine de kırmızı formayla beklentilerin altında kaldı desek yanlış olmaz. Birlik’in Avrupa Şampiyonası’nda final gördüğü 1972’den hemen sonra milli takıma girip bir diğer final yolculuğuna gebe olacak 1988’den milli takımı bırakmasıysa belki bir talihsizlikti. 1974 Dünya Kupası playoff’larında karşılaşacakları Şili’deki askeri rejime tepki gösterip rövanşa çıkmamalarıysa muhtemelen kaderin bir cilvesiydi. Formda olduğu, gençliğinin baharında bir Blokhin belki de 1974’te fark yaratabilirdi ama olmadı. Boy gösterebildiği iki Kupa olan ’82 ve ’86 da Sovyetler açısından pek matah geçmeyecek ve Kızıl Forma yarı final dahi göremeyecekti. Blokhin adına milli formadaki teselliyse 1972 Münih ve 1976 Montreal’daki bronz madalyalardı.
Kariyerinin son demlerinde Vorwarts Steyr formasıyla Avusturya, Aris Limassol formasıyla da Güney Kıbrıs semalarının havasını soluyan Blokhin 1990’da kariyerini noktalarken gerek milli takımın gerek Dinamo Kiev’in gerekse de Sovyet liginin en golcü oyuncusu olarak tarihe geçiyordu. İlk yılları Yunanistan’da geçen antrenörlük kariyeri çok parlak olmasa da bağımsız bir ülke olarak Ukrayna’yı büyük bir turnuvaya götürme payesi de 2006 Dünya Kupası’na hak kazandığı katılım vizesiyle onun komutasında vuku bulacaktı.
Tuhaf zamanların üzerinden epey zaman geçmiş, Lobanovski’nin Dinamo’su akıllarda hoş bir seda olarak kalmış. Ümitvar yılların, Doğu kutbunun ve pek tabii eşitliğin de sembolü Oleg Blokhin ise artık Ukrayna Ligi’ndeki yabancıları “birkaç muz karşılığında ağaçtan tutup getirilmiş Zumba-Bumbalar”a benzettiği açıklamasıyla hatırlanıyor. Hakikaten, güvenilen dağlara çoğu zaman karlar yağıyor.